Musiki İyi ki Var

81

Covit 19 salgını dolayısıyla
çoğu kültürel etkinlik yapılamadı. Nihayet korona yavaşlayınca bütün dünyada
olduğu gibi ülkemizde de kültür, sanat, edebiyat programlarını yeniden hayat
buldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere çok sayıda yerel
yönetimler,  sivil kurumlar devreye
girdi. Dersaadet yeniden eski günlerine kavuştu. Öyle ki bazı konser, tiyatro
ve etkinliklere bir ay önceden bile yer bulmak mümkün olmuyor. Bu bakımdan
yakaladığım imkân ve şansları sonuna kadar kullanıyorum.

Gazimagusa’da Selamis
Harabelerindeki Amfi Tiyatro’da ünlü piyanist Fazıl Say’ı izledim. Solist de
yine bir başka ünlü sanatçı Serenat Bagcan idi. Çok önceden bilet almamıza
rağmen eşimle birlikte ancak taş merdivenlerde yer bulabildik. Serenat Bagcan
başta İnsan insan, Al Yüreğim Sende Kalsın, Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor olmak
üzere bir buçuk saatlik bir programla onlarca eseri seslendirdi. Fazıl Say 10
yıldır, Serenat Bagcan ile birlikte çalışıyor(muş).

 

İstanbul Kültür Başkenti

Kültürel etkinliklerin
İstanbul’da önemli bir adresi de TURİNG. Seyrantepe’deki merkezindeki İki
Solist programında Aybike Demir Okan ve Bekir Ünlüataer’i dinledik.  Yönetmen M. Hulusi Yücebıyık’ın organize
ettiği konserde sanatçılar Muallim İsmail Hakkı Bey, Neveser Kökdeş, Artaki
Candan, Muhlis Sabahatin Bey, Şevki Bey, Nevrez Paşa, Refik Fersan’ın bestelerini;
Mustafa Reşit Bey, Mustafa Nafiz Irmak, Tahsin Nihat, Ethem Pertev Paşa, Nahit
Hilmi Özeren, Cemal Ethem Yeşil ve Yusuf Ziya Ortaç’ın güftelerinden oluşan
nihavent, uşşak ve mahur eserleri seslendirdiler.

Güfteleri bile insanı mest
edecek eserlerdi. Repertuvardan örnek vermek gerekirse “Neden bilmem bu iptila,
günden güne halim fena”, “Koklasam saçlarını bu gece ta fecre kadar”, “Üç yıl
beni sevdanın ipek saçları sardı”, “Kimseler gelmez senin feryad-ı
ateş-barına”, “Bekliyorum günlerdir gelmiyorsun sen a güzel”, “Bir neşe yarat
hasta gönül sen de biraz gül”, “Ver saki tazelendi derdim bu gece” ve “Dün yine
günümüz geçti beraber”. Bunlar sadece birkaçı.

Salonun yarısından fazlası
üniversitede okuyan gençlerdi. Bazı eserler dedemden, babamdan kalsa da
delikanlılarımızın neşesi ve mutluluğu gözlerinden okunuyordu.

 

Müzik böyle bir şey işte.
Eserlere imza atanlar toplumumuzun değişik muhitlerinde, mesleklerinde
yetişmiş, dayanışmanın en güzel örneğini sergilemiş aydınlarımızdı. Bir dönemin
ses, nefes, soluk getiren, sanatı yaşatan ustaları Udi Arsak ile İsmail Hakkı
Bey, Neveser Kökteş ile Artaki Candan birlike yaşıyor, beraber yürüyorlardı!.
Özellikle bu eserleri Bekir Ünlüataer gibi yarınımızın Alaattin Yavaşça’sı
olacak bir sanatçıdan dinlemek ve izlemek bir ayrıcalıktı.

 

Seyrantepe Akşamları

TURİNG Otomobil Kurumu 1923
yılında Türk Seyyahin Cemiyeti adıyla, diplomat, politikacı ve devlet adamı
Reşit Saffet Atabiner’in başkanlığında kurulmuştu. Uluslararası bir konuma
sahipti. Onlarca yıldır hayatımızda. Ama benim için iki başkanı; birincisi
Çelik Gürsoy (ki bir sene başkanlık yaptı) ve bir de bugün için 17. TURİNG
Başkanı olarak görev yapan Bülent Katkak daha fazla önem arz ediyor. Çelik
Gürsoy bize İstanbul’u yeniden hatırlattı. Günümüz için önemli bir aydın Bülent
Katkak ise hem kuruma, hem gençlere ve hem de sanatımıza sahip çıkarak bir
örnek liderlik ve öncelik yürütüyor. Günümüzdeki TURİNG yönetimi üniversite
gençlerinin daha donanımlı, birikimli, sağlıklı, bilgili olması, sosyal
sorumluluk alması için çok fazla gayret ediyor, imkanlarını değerlendiriyor.
TURİNG yayınları, konukları, atölyeleri ve programları ile bir akademi gibi
çalışıyor.

TURİNG’te izlediğim ikinci
konseri Şükrü Türkmen, sanat yönetmeni olarak hazırlamıştı. Tuba Akyol ve Ertan
Bilgi gibi Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, İstanbul
Devlet Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu’nun iki solisti ile
konuklara bir müzik ziyafeti çekti.

Ertan Bilgi ve Tuba Akyol
bizlere Tanburi Numan Ağa, Dede Efendi, Cevdet Çağla, Lemi Atlı, Lavtacı
Hristo, Mustafa Nafiz Irmak, Çilingirzade Ahmet Ağa, Fehmi Tokay, Şekip Ayhan
Özışık, Tamburi Osman Bey, İsmail Baha Sürersan ve Dramalı Hasan Hasgüler’in
bestelerini; Hasan Ali Yücel, Ratip Aşir Bey, İbrahim Akçam, Hilmi Özgen ile
yazarı belli olmayan veya anonim güfteleri takdim ettiler. Bir müzik şöleni
yaşadık adeta. Bestekar Çilingirzade Ahmet Ağa bir esnaf, Hasan Ali Yücel
devlet adamı, Lavtacı Hristo Rum, Dramalı Hasan Balkanlardan. Ama hepsi bir
arada yaşamayı ve dayanışmayı ne kadar güzel yansıtıyorlar. Aynı şevk, aynı
endişe, aynı duygu ve aynı heyecan hepsinde var. Toplumun ve sosyal hayatımızın
homojenliği içindeki bu örnekler yurtseverliği artırmış rengi, ırkı, görüşü,
mesleği ne olursa olsun, birlikteliği zarar görmemiş.. Böyle bir beraberlik
yaşanmış.

 

Üniversitelerin Sanatçı ve Kültür Adamını Sahiplenmesi

Konser tamamlanınca
sanatçıları izleyiciler bırakmadı. İki sanatçı birlikte “Yine bir Gülnihal aldı
bu gönlümü” adlı şarkıyı birlikte söyleyerek salonu alkış yağmuruna
tutturdular.

Kültürel ve sanat
etkinliğinin bir başkasını 250. Yaşına giren İstanbul Teknik Üniversitesinde
yaşadım. Bestekar sanatçımız Erol Sayan’a İTÜ fahri doktora töreni düzenledi.
Kuruluşu 1975 yılında faaliyete geçen İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı
Maçka Mustafa Kemal Amfisi’nde akademisyenlerin, yazarların, öğretmen, öğrenci
ve orkestranın katılımıyla bir program gerçekleştirildi. Amfi labeleb doluydu.
Sanatçı Amir Ateş, gazeteci Murat Bardakçı da gelmişti. Konservatuvar
sanatçıları Meltem Sadiye Erimli, Faruk Onur Korsay ve İbrahim Suat Orbay, Erol
Sayan’ın eserlerinden bazılarını seslendirdiler. Ahmet Özhan’ın, Sanatçı Erol
Sayan’ın bestesiyle  Asyavizyon (2014)
yarışmasına girdiği şarkı “Ömrümün baharı birlikte geçsin/ Sen beni sev
güzelim, ben seni seviyorum” adlı eserini ayrıca sanatçılar iki defa
seslendirdi. Bol bol alkış aldı. Rektör Prof. Dr. İsmail Koyuncu’nun “Bu
doktoranın bir sanatçıya verilmesi bizim için de onurdur” sözleri ayakta
alkışlandı. Dilerim diğer üniversitelerimiz de böylesi programlarla
aydınlarımızı motive eder, yüreklendirir.

Taşrada Musiki

 

Çocukluğumdan hatırlıyorum, Kilis’te
kapı komşumuz Dr. Alaattin Yavaşça’nın evindeki meşkleri. Masal gibi
anlatırlardı dedemler. Ayrıca memleketim Kilis’te 1950’lı yıllarda bile
başkanlığını öğretmen Nuri Ulusoy, sonra oğlu öğretmen Nahit Ulusoy’un yaptığı
Kilis Türk Musiki Cemiyeti vardı. Hala da Öğretmen Uğur Elhan yönetiminde
faaliyetini sürdürüyor. Çetin Altan Akşam gazetesindeki bir yazısında “ne zaman
köylerimize piyano girer, yükselişe başlamışız demektir” diye yazıyordu. Bence
de haklı. Musiki, özellikle kendi musikimiz olmayınca çok şey eksik kalıyor
hayatımızda. Dilerim böylesi sanata, sanatçıya sahip çıkılan konserler,
üniversitelerin doktora programları, yerel yönetimlerin sivil toplum
kuruluşlarına desteği sürer, günümüzde dibe vuran kültürümüz biraz nefes alır.