Mukayese Etmek Üzüyor

90

 

Türkiye özellikle 2007 yılından bu yana, bir yerden düğmeye basılmışcasına ard arda kırk yıl düşünsek aklımıza gelmeyecek ilginç ve önemli olaylar yaşıyor. Bu olayların ayrı ayrı sebepleri olduğu gözükse bile bir bütünün parçası olduğu da tartışma götürmez bir gerçek.

Bu gün gelinen nokta itibarıyla Türk milleti korkutularak, ürkütülerek itibarsızlaştırılmıştır. Tetikçi medya işi kürtlere pozitif ayrımcılık talep eder hale getirmiştir.

Türk ordusu davalar, tutuklamalar, yakalamalar ve bunlara bağlı yürütülen psikolojik operasyon nedeniyle millet nezdinde büyük ölçüde bir güven kaybına uğramıştır.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasal kurumları olan; Anayasa Mahkemesi, HSYK, Yargıtay ve adli yapı herkes tarafından eleştirilir bir noktaya gelmiş ve adalete güven duygusu dip yapmıştır.

YÖK ve ÖSYM gibi yüksek öğretim çağındaki milyonlarca genci ve ailesini ilgilendiren uygulamaların merkezi olan kurumlar, çok tartışılır hale gelmiştir. Eğitimde fırsat eşitliği lafta kalmıştır.

En nihayetinde de Türk futbolu çatırdamış ve Türk futbolunun efsane kulüpleri ve isimleri artık sokağın diline düşmüş bir operasyon ve soruşturmayla teşhir edilir hale gelmiştir.

Siyasette istikrarın sürdüğü böyle bir dönemde ülkede bunlar ve bunlara benzer bir çok  olayın yaşanması çok dikkat çekicidir.

2007 yılından bu yana gelişen olaylar nedeni ile Türk halkının; millet, ordu, yargı, siyaset, anayasal eşitlik, eğitim hakkı, spor  ve bunlara benzer kavramlar üzerinde yılların birikimi sonucu oluşmuş üstün moral değerleri erimiştir.

Bütün bunlar bana Osmanlı-Türk İmparotorluğu’nun 1911-1912 yılları arasında yaşadığı Balkan Savaşları’nın öncesini hatırlatmaktadır.

100.yılını idrak ettiğimiz bu savaşlar neticesinde Osmanlı-Türk Devleti  yaklaşık 500.000 kilometrekare toprağını kaybetmek ve milyonlarca insanını oralarda bırakmak zorunda kalmıştır. Kaybedilen topraklar Trabzon, Diyarbakır, Hakkari, Van, Kayseri, Sivas gibi Türk toprağıdır.

Bu gün ülkemizin 780.000 kilometrekare olduğunu düşünürseniz, kaybedilen 500.000 kilometrekare toprağın büyüklüğünü ve ne anlam içerdiğini anlayabilirsiniz.

Günümüzde vatan toprağımızdan bir santimetrekareyi verme düşüncesi bile canımızı yakarken, 500.000 kilometrekareyi vermiş olmanın acısını çoktan unutmuş olmak, bizi ne hale düşürdüklerini anlamak bakımından çok ibret almamız gereken  bir örnektir.

İçinde bulunduğumuz dönemle, Balkan Savaşları öncesinde yaşanan dönemin büyük benzerlikler içerdiğini düşünüyorum. Burada biliyorum değilde düşünüyorum diyorum çünkü hemen buna malum odakların temsilcileri tarafından “yok böyle bir şey” diye itirazlar gelebilir.

Osmanlı-Türk İmparotorluğu’nun ordusu, Balkan Savaşları öncesinde tam bir başı  bozukluk  içindeydi. Ordu siyasete bulaşmış ve komuta kademesinde alaylı-mektepli tartışmaları en üst düzeye çıkmıştı.

Etnik milliyetçiliğe dayalı azınlık siyaseti bu gün olduğu gibi, Avrupalı devletlerin desteği ile yönetimde çok etkiliydi. Bu gün Türkiye Cumhuriyeti Devletinin verdiği ödünler gibi daha fazla özgürlük,demokrasi ve insan hakları talepleriyle Meşruiyet ilan edilmişti. Devlet kurumları arasında bir kargaşa ve mücadele vardı. Bu günün AB’sinde olduğu gibi dünde Fransız İhtilali’nin doğurduğu fikir akımları  etkisini artırmıştı. Bu gün ABD başta olmak üzere Avrupa devletlerinin kışkırttığı bir kısım TC vatandaşları olduğu gibi o dönemde de başta Ruslar olmak üzere Avrupa devletleri, Balkan halklarını kışkırtıyordu.

“Hilal’in Haç’tan aldığı şeyler iade edilmelidir. Haç’ın aldığı şeyler ise asla iade edilmez.” kuralı çerçevesinde Osmanlı-Türk Devleti Balkanlardan atılmak isteniyordu ve büyük oranda  malum güçler bu hedefe ulaştı.

Bu gün Türkiye’de laz, çerkez, kürt, arap, arnavut, boşnak, gürcü vs. sözde farklı kimlikleri kışkırtmak gibi bir çaba varsa dün de Balkanlarda etnik milliyetçilikler kışkırtılarak, onlara milli birliklerini ve küçük devletlerini  kurmaları için destekler sağlanıyordu.

Bir yandan Osmanlı’ya içeriden operasyon yapılıyor diğer yandan dışarıdaki cephe olgunlaştırılıyordu.

Sonuç; bu küçük devletlerin küçük orduları Çatalca’ya kadar dayandı. İstanbul’da top sesleri duyuluyordu. Ve bu ordular Yeşilköy’e kadar geldiklerini büyük bir anıtla tarihe not düştüler.

Türk hikayecisi Ömer Seyfettin, Balkan Savaşlarına ait hatıralarında “…kimi gördümse ; mutlaka harp olacak!.. diyor. Ben hala ümit etmiyorum. Niçin harp olacak? Balkan hükümetlerinin istedikleri verildikten sonra harbe ne hacet? Buna aklım ermiyor.” diyor. Bu günde insanlarımız Ömer Seyfettin’in  halinde olduğu gibi bizden istenilen her şeyi verdiğimizi düşünmüyormu? Daha ne yapmak gerekiyor  acaba başımıza gelecekleri engellemek için?

Yine Ömer Seyfettin “Diyorlar ki; harp başladı. Fakat kimsenin bir şeyden haberi yok… her gün bir alay emir neşrolunuyorsa da anlamak mümkün değil.”diye devam ediyor. Şimdi  aramızda olup bitenin, ne için olduğundan haberi olan varmı?

Günümüzde yaşadığımız adına değişim, dönüşüm, gelişim ne derseniz deyin bir çok olayın AB kriterleri çerçevesinde gerçekleşmediğini söyleyebilirmisiniz? Bunların Balkan Savaşları öncesinde olduğu gibi toplum üzerinde Fransız İhtilali’nin yarattığı etki gibi bir etki yaratmadığını ve bu etkinin  Türk milleti aleyhine kullanılmadığını kim söyleyebilir? Avrupa,ABD ve İsrail; hem Fransız İhtilali’nin hem de Avrupa Birliği’nin ortaya çıkardığı fikir akımlarını ve düşünce ortamını, başta Türkler olmak üzere tüm mazlum ve mağdur milletleri ezmek ve sömürmek için kullanmayı dün olduğu gibi bu gün de başarmaktadır.

Dikkatli bakılınca, Avrupa, ABD ve İsrail koalisyonu; 100 yıl once Balkan savaşları öncesinde olduğu gibi,ülkemizde etnik siyaseti ve Türk milletinin içinden yeni milletler çıkarma gayretlerini desteklemektedirler.

Balkan Savaşları öncesinde ve sırasında Türk ordusunda yaşanmış olanlar ile bu gün Türk ordusunda yaşananlar arasında bir benzerlik varmıdır? Örneğin genelkurmay başkanı ile kara ve deniz kuvvetleri komutanlarının yayınladıkları veda mesajlarındaki istifa gerekçeleri ortadan kalktımı da yeni komutanlar görevlerini  kabul ettiler? Yoksa ne olursa olsun dün olduğu gibi bu günde koltuğu kapalım anlayışı devam mı ediyor?

Size soruyorum; acaba düşünemeyen, değerlendiremeyen, korkan, kafası karışmış, milli benliğini kaybetmiş, ülkesinin değerlerine güvenini yitirmiş ve Ömer Seyfettin’in tarif ettiği gibi ne yaptığını bilmez bir toplum yaratma çabaları; Balkan Savaşları’nın sonucunda olduğu gibi Türk milletinin aleyhine bir sonuç çıksın diyemidir?

Kanaatime gore; Türkiye’de bu gün yaşananlarla dün Balkan Savaşları öncesinde yaşananlar arasında, olayların aktörlerinin adları ve roller  değişsede büyük benzerlikler vardır.

Son noktayı da Günyüzü Gazetesi’ne röportaj veren Prof. Dr. Mahir Kaynak’la koyalım: “Deniz Baykal ile CHP, resmi ideolojinin savunucusu olmak durumundaydı. Asıl hedef kişi değil CHP’nin (yani Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşam felsefesi) ideolojisiydi. Onun için lideri değiştirmeye karar verdiler. MHP çizdiğimiz Türkiye projesine uymuyor. Türkiye şu anda bölgesel bir güç olacak. Onun için çeşitli soy ve inançlara dost bakacak(sanki Türk milliyetçiliği ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi düşman bakıyor). Bahçeli bu oyunu gördü. Bir hareket tasfiye edileceği zaman yolları bulunur.” diyor.

Allah hepimize akıl fikir vermiş, Düşünelim, taşınalım başımıza kötü şeyler gelmesin diye tedbir alalım. Aman canım ne olacakmış diyenlere de bir zahmet Balkan Savaşları neticesinde arkamızdan bıraktığımız insanlar ne halde, gidip görün ondan sonra konuşalım diyorum.