Müjde (!) Ricat Kültürümüz Hortladı!

82

Birkaç yazıdır artık Başbakanlığa erişen ve yazdığı Stratejik Derinlik kitabıyla Türkiye’nin son 13 yılının dış politikasının rotasını belirleyen Prof. Ahmet Davutoğlu‘nu teoriden pratiğe analiz etmeye çalışıyoruz. Günün özeti; hayaller hoş olsa da karşılığı yok.

En çok da Osmanlıcılık merakından belli. Hiçbir tarihçi 623 yıllık Osmanlı‘yı tek bir kalıpta ve aşamada değerlendirmez. Rahmetli Atilâ İlhan gibi sorar dururlar: Hangi Osmanlı? Benim gördüğüm ve ikidir yazdığım şimdilerdeki nevzuhur Yeni Osmanlıcılarımızın hepsi Dağılma Dönemi Osmanlıcısı.

Devlet-i Âliye‘nin son döneminde ne kadar hata ve zaaf varsa, ne kadar paça düvel-i muazzamanın kasnağına kaptırılmışsa, ne kadar korku ve eziklik kompleksi varsa onu kuşanmış ve mezarlıktan geçerken ıslak çalar gibi mehter çalıyorlar.

Yine dedik; Türkiye Cumhuriyeti atom çekirdeği sadedinde kurulmuş bir devlettir. Tedbir ve teenniyle hareket eder ama fırsat da gözetir. 1938-39 Hatay’ın bağımsızlığı ve ilhakı aynen öyledir. Gecikmiş de olsa 1974 Kıbrıs Harekâtı‘yla adanın 3’te 1’inden fazlasını almamız ve Kuzey’e topladığımız Türklerle apayrı bir Devlet kurabilmemiz de böyle.

4-5 senedir dile getirenlerle birlikte yazıyor ve söylüyoruz: Lozan’da statüsü belirsiz adalar olarak nitelenen Ege‘deki Eşek, Nergizcik, Bulamaç gibi 15-16 adayı bu Devr-i AKP döneminde Yunan egemenliğine bıraktık. Hem de Yunanistan derin bir ekonomik kriz içerisindeyken. Ve bunların en değersizi olan Kardak kayalıkları için o beğenmedikleri Çiller döneminde savaşa yakın bir kriz yaşamışken.

Adaların kaybı bu arkadaşların İnebahtı’sı (Lepanto Bozgunu), Süleyman Şah Karakolu’nun terki de II.Viyana’sıdır (Viyana Bozgunu). Vermeye başlarsanız gerisi hep gelir. 1921 Ankara Antlaşması‘nın 9’uncu maddesinin size tanıdığı hakkı ve verdiği toprağı güvenlik nedeniyle terk edip atanızın-dedenizin mezarını sınırınızın dibinde (200 metre) 2 dakikalık (120 saniye) mesafeye getiriyorsanız son dönem Osmanlı ricat kültürü size de tevarüs etmiş demektir.

Cumhuriyetin kurulması esnasında Kurtuluş Savaşı’na bile karşı çıkanlar Osmanlı’nın dünyalık peşinde koşan ve dini de dünyalığın sermayesi yapan ezikler – korkaklar takımıydı. Merhum Âkif, İstiklâl Marşımıza bu yüzden Kur’anî “Lâ tehaf / Korkma!” hitabıyla başlamıştı.

Bugünkü İktidar ve şakşakçıları ruhen ve bedenen bu korku kültürünün berdevamıdır. 12 Eylül’de ve 28 Şubat’ta inançlarının ve mukaddesatının mücadelesini veremeyen, vermekten öte hep almaya kodlanan, teoride seslendirdiği dinî söylemlere rağmen pratikte hep dünyalık peşinde koşan bu güruh maalesef o ricat hastalığını da siyaseten nüksettirdi.

Hayalperestlik Nâzırı‘yla birlikte bir haftada (7 gün) Şam‘daki Emevî Camiinde fetih namazı kılmayı düşünen devletlû Tayyip Erdoğan, beş yılsonunda (1825 gün) uluslararası hukukun Türk Kalesi / Karakolu olarak nitelediği Süleyman Şah Türbesi‘ni imha ederek ‘kut‘sal emanetleri sınırımızın dibine getirip yığması sanırım dış politik vizyonumuzun ne olduğu hakkında bir fikir verir.

Suriye‘de daha olaylar çıkmadan Hatay’da 100 bin kişilik kamp kuran ve Suriyeli aileleri incik-boncukla ve çikolatayla adeta davet eden Türkiye; sayı 2 milyonu, sene 5 yılı ve harcama da 4 milyar doları aşınca sosyo-ekonomik anlamda ciddi sarsılmaya başladı. Bir de en uzun sınırımızın olduğu “dost ve kardeş ülke” ile güllük gülistanlık 5-6 milyar dolarlık yıllık ticaretimizin güme gittiğini düşünürseniz krizlere hazır olun derim.

Hakikaten şekilci ve sözlü edebiyat geleneği nedeniyle söze kana bir toplumuz. Açık sözlüleri ve açık düşünceli insanları benimsemede zorluk çekebiliyoruz; ufuk sahibi ve idealist olsalar da: Atatürk gibi..

Ne demiş Dilan‘ın biri; “Kimseyi suçlamayalım / Biz ne yaptıysak kendimiz yaptık.”