Şu kâinatın / evrenin sâhibi, mutasarrıfı / idarecisi,
Elbette bilerek yapıyor.
Hikmetle / bir gaye ve amaç gözeterek tasarruf ediyor.
Her tarafı görerek tedvîr / idare ediyor.
Herşeyi bilerek, görerek terbiye ediyor / yaratıp yetiştiriyor.
Herşeyde görülen hikmet, gaye ve faydaları,
İrade ederek yaratıyor.
Madem yapan bilir,
Elbette bilen konuşur.
Madem konuşacak,
Elbette şuur / bilinç ve fikir sahibi olup,
Konuşmasını bilenlerle konuşacak.
Madem fikir sahibi ile konuşacak,
Elbette şuur sahipleri içinde en kabiliyetli,
Şuuru en geniş olan insan nev’iyle konuşacak.
Madem insan nev’i ile konuşacak,
Elbette insanlar içinde muhatap kabul edilebilecek,
En mükemmel / en kâmil ve olgun insanlarla konuşacak.
Mâdem en mükemmel, istidat ve kabiliyeti en yüksek,
Ahlâkı yüce, insanlığa rehber olacak olanlar ile konuşacaktır.
Elbette dost ve düşmanın ittifakıyla,
En yüksek istidatta ve en yüce ahlâkta,
İnsanlığın beşte biri ona tâbi olmuş / uymuş,
Dünyanın yarısı onun manevî hâkimiyeti altına girmiş.
İstikbal onun getirdiği nûrun ışığıyla,
Bin üç yüz sene ışıklanmış.
İnsanların nûranî kısmı olan inananları;
Günde beş defa, devamlı olarak,
Onunla bağlılıklarını yenileyerek;
Ona rahmet ve saâdet duaları eden,
Onu medih ve ona muhabbet etmiş olan,
Hz. Muhammed ile konuşacak.
Nitekim konuşmuş, onu resûl / elçi seçmiş.
Diğer insanlara rehber yapmıştır.
Firdevsî Cennet
Herkesin bütün saâdetleri, merhamet edici bir Rabbe olan teslimiyete bağlıdır.
Aksi takdirde pek çok rablere muhtaç olur. Çünkü insan;
Kabiliyetlerinin çok kapsamlı oluşu bakımından herşeye ihtiyaç hisseder.
Herşeye karşı alâka duyar.
Üstelik, herşeye karşı, gerek hissederek gerekse hissetmeyerek;
Üzüntüleri, elem ve acıları vardır. Bu durum ise,
Tam bir Cehennemî vaziyet ve hâldir.
Fakat Rab zannedilen sebeplerin; aslında Allah’ın kudretine;
Hikmet ve imtihan gereği birer perde olduğunu anlayıp,
Bir tek Rabbe teslimiyet;
Firdevsî / Cennet saâdeti gibi bir vaziyet ve hâldir.