Muhabbete Muhabbet Husumete Husumet

70

Sosyal hayatın kesin bir şekilde verdiği netice şudur: Muhabbete / sevgiye en lâyık şey muhabbet ve sevgidir. Husumete / düşmanlığa en lâyık sıfat husumet ve düşmanlıktır. Yani insanın sosyal hayatını temin edip sağlayan / sağlamlaştıran, saadet ve mutluluğa sevkeden muhabbet ve sevmek sıfatı; en ziyade sevilmeye ve muhabbete lâyıktır.

İnsanın sosyal / beşerî hayatını yerle bir eden düşmanlık; her şeyden çok nefret edilmeyi ve düşmanlığı, ondan çekinmeyi hak eden, çirkin ve zararlı bir sıfattır. Husumet / düşmanlık vakti bitti. Birinci ve İkinci Dünya savaşları, düşmanlığın ne kadar fena ve yıkıcı ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi. İçinde hiçbir fayda olmadığı ortaya çıktı. Öyle ise, düşmanlarımızın suçları -tecavüz ve saldırı olmamak şartiyle- düşmanlığımızı çekmesin. Zira Cehennem ve İlâhî azap onlara yeter.

Bazen insanın gururu ve nefsine düşkünlüğü; şuursuz ve bilinçsiz olarak; inananlara ve iman sahiplerine karşı haksız olarak düşmanlık eder, husumet besler. Kendini haklı zanneder. Hâlbuki bu husumet ve düşmanlıkla; mü’minlere / inananlara karşı muhabbete vesile ve sebep olan iman, İslâmiyet ve cinsiyet gibi kuvvetli sebepleri küçümsemiş ve hafife almış ve kıymetlerini düşürmüş olur. Bu ise, düşmanlığın önemsiz sebeplerini; sevginin dağ gibi sebeplerine tercih etmek gibi bir akılsızlıktır.

Madem sevgi; düşmanlığa zıttır; ışık ve karanlık gibi hakikî bir şekilde bir araya gelemezler. Hangisinin sebepleri galip ise, o hakikatiyle kalbde bulunacak, onun zıddı hakikatiyle olmayacak. Meselâ, muhabbet / sevgi gerçek anlamıyla bulunsa, o zaman düşmanlık şefkate ve acımaya dönüşür. İnananlara karşı durum budur. Yahut düşmanlık; hakikatiyle / gerçek anlamıyla kalbde bulunsa, o zaman sevgi; karışmamak, zahiren dost olmak suretine döner. Bu ise, tecavüz etmeyen azgın ve sapkın kimselere karşı olabilir.

Evet, sevginin sebepleri; iman, İslâmiyet, cinsiyet ve insanlık gibi aydınlık, kuvvetli zincirler ve manevî kalelerdir. Düşmanlık ve husumetin sebepleri; inanç sahiplerine karşı küçük taşlar gibi bir kısım özel sebep ve nedenlerdir.

Müslümanlara gerçekten düşmanlık eden, o dağ gibi sevgi sebeplerini hafife almak hükmünde büyük bir hatadır.

Kısaca demek gerekirse: Sevgi, kardeşlik, sevmek; İslâmiyetin özellikleri ve önemli bir bağlarıdır. Düşmanlık besleyenler; tabiat ve huyu bozulmuş bir çocuğa benzer: Ağlamak ister; bir şey arıyor ki, onunla ağlasın. Sinek kanadı kadar önemsiz bir şey ağlamasına bahane olur. Hem insafsız, kötümser bir adama benzer ki, suizan / kötü zan ve şüphe mümkün oldukça hüsnüzan etmez /güzel düşünmez. Nitekim, bir seyyie / bir kötülük ile on haseneyi / güzel ve hayırlı işi örter. Oysa, İslâm seciyesi olan insaf ve hüsnüzan / güzel düşünüş bunu reddeder.

Çok dikkat ediniz! İçinize bir uyuşmazlık ve zıtlık düşmesin. İnsan istemese de, hatâdan uzak kalamaz. Nefis ve şeytan sizi kardeşinize karşı itiraza / karşı durmaya ve haklı olarak tenkit ve eleştiriye yönelttiği zaman deyiniz ki:

“Biz, değil böyle azıcık / cüz’î hukukumuzu, belki hayatımızı ve haysiyetimizi ve dünya saadetimizi; tesanüde / dayanışmaya feda etmekle mükellef ve yükümlüyüz. Onun bize kazandırdığı sonuç itibariyle; dünyaya ve bencilliğe ait her şeyi feda etmek görevimizdir.” deyip nefsinizi susturunuz. Kavga ve çekişme sebebi bir mes’ele varsa, meşveret ediniz / fikir alışverişinde bulununuz. Çok sıkı da tutmayınız. Çünkü, herkes aynı meşrep, mizaç ve huyda olmaz. Birbirinize müsamaha ve hoş görü ile bakmak şimdi çok elzem ve çok lüzumludur.

Kardeşlik için cidden nazara alınması gereken bir ilke de şudur: Hayat, vahdet / birlik ve ittihadın neticesidir. Birbiriyle uyuşan, anlaşan; birleşme ve birliktelik hâli olan ittihat gittiği zaman; manevî hayat da gider. “İhtilâfa düşmeyin, sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz de elden gider.” (Enfâl: 46) ayetinin de işaret ettiği gibi, eğer dayanışma bozulursa, topluluğun tadı kaçar. Bilirsiniz ki, üç adet bir rakamı ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Sayıların dayanışması ile yani 3 adet bir rakamı yan yana yazılsa 111 kıymetinde olur.

 

Önceki İçerikKınalızâde Ali Efendi ve Ahlâk-ı Alâî
Sonraki İçerikDerneklerimiz ve Demokratik anlayışımız!
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.