Bayram ziyareti yaptığım bir büyüğüm ile sohbet ederken söz, dün söylediği sözün tam zıddını bugün söylerken aynı inançla söyleyen hükümdarın hâli ile bu hükümdarın dün söylediğinde de bugün söylediğinde de bir HİKMET olduğuna inanan halkın durumuna geldi.
İrfan mektebinden yetişmiş, 78 yaşındaki Şeref Hafız bu durumu anlamamıza yarayan bir hikayecik ile cevap verdi:
Akıl hastanesinde yatan bir deli yıllardır yakındaki camiden duymakta olduğu ezanı okuyan müezzinin sesine aşık olmuş. Birgün hastaneden kaçan deli, müezzinin ezan okumaktan olduğu minareye çıkarak müezzine “yine oku” der. Ezan bitince tekrar “oku” der. Birkaç defa bu durum olunca müezzin ezan yerine aynı makamdan “minarede deli var, beni kurtarın” diye seslenmeye başlar. Deli müezzinin bu seslenişini hiç engellemez. Çünkü o okunan ezana değil müezzinin sesine aşık olmuştur.
Hikayeciğin buraya kadar olan kısmından çıkarılan ders şu: Halk hükümdarın sesine aşık. Tarzına tavrına aşık. Onun ne dediği ile değil, nasıl dediği ile ilgili. Bu sebeple hükümdarın birbirine zıt söylemleri aynı inanç ve aynı kararlılıkla söyleme becerisi çok önemli. Bu beceriyi gösterdiği sürece kendisine meftun olanların O’nu desteklemeye devam edeceğini söyleyebiliriz.
Bu hikayeciğin devamı şöyle: Müezzinin yardım talebi üzerine halk minarenin altına toplanır. Fakat deli “minareye çıkmaya kalkışan olursa müezzini aşağıya atacağını” söylediği için çaresiz beklemeye başlarlar. O sırada mahallenin kabadayısı da olay yerine gelir. Kabadayı durumu kavrayınca bir nara patlatarak elindeki bıçağı minareye dayar ve aşağıya inmezlerse minareyi keseceğini söyler. Deli bu söz üzerine müezzini serbest bırakır. Önce müezzin sonra deli minareden iner.
Hikayeciğin bu ikinci kısmından şöyle bir kıssa çıkarmak mümkün olabilir:
Hükümdarın hitabetteki ustalığı onun kendini beğenmesi yanında kendine meftun olanların iradesine kendisini teslim etmesi, popülist politikalara yönelmesi ve kendi hatalarını görememesi gibi bir nefsi esarete yol açabilir. Bu durumda hem halkı ve hem de hükümdarı bu esaretten kurtaracak halkın dilinden anlayacak kabadayılara ihtiyaç vardır.
***
Memleketimdeki Bayram sohbetlerinde halkın iki kesiminin iki ayrı düşünce tarzını benimsediğini müşahede ettim. Bir kesim herşeyin iyi gittiğini düşünüyor. Özellikle PKK ile yürütülen süreçten duyduğu endişeyi de, Başbakan ve ekibine olan güven sebebiyle “bir bildikleri olmalı, ülkeyi bölecek yanlış işler yapmazlar” inancı ile kafalarından uzaklaştırmakta.
Bu kesim ekonomideki bozulma, döviz ve akaryakıt fiyatları gibi canını yakan gelişmeleri de dış tesirlere bağlamakta. Suriye ve Mısır politikalarımızın Türk halkına maliyetini düşünmek zahmetine katlanmadan, partilerinin romantik insani boyut açıklamalarına inanmayı tercih etmekte.
Diğer kesim ise milletin ve vatanın ikiye bölünmekte olduğunu, PKK’nın hedeflerine adım adım yaklaştığını, taleplerini birer birer kopardığını görmekte. Bu bölünmeye karşı muhalefetin de yeterli direnci gösterememesi sebebiyle derin bir ümitsizlik ve endişe içinde.
Dikkat çekici bulduğum bir durum ise Gezi Parkı eylemlerinin hükümeti düşürme sonucunu doğurabileceğini düşünenlerin umduğumdan çok oluşu. Oysaki bu eylemlerin oluşumundan böyle bir sonuç çıkarmak pek doğru değildi. Daha da ilginç olan ise hükümet düşerse ekonominin daha da bozulacağı, dövizin fırlayacağı böyle olunca da borcu olan geniş bir kesimin ödeme güçlüğüne düşme korkusu yaşadığına dair duyduklarım oldu. Eğer bu kanatin yaygınlığı teşhisi doğruysa ve kredi borçları tutarı en az bir veya birkaç yıllık gelirini aşan insanımızın oranının yüksekliğini düşününce, AKP açısından bu psikolojinin çok büyük avantaj oluşturmakta olduğu sonucunu çıkarabiliriz.
Buradan muhalefetin çıkarması gereken ders, sadece PKK ve dış politika ekseninde muhalefetin yetersiz kalacağı, ekonomi açısından halka güven verecek bir programı acele halka sunmalarının şart olduğudur.