Muallimlerin Topluma Yansıması: Togan ve Kafesoğlu Örneği

98

1960’lı yıllarda gazetelerin en önemli muhabirleri polis-adliyeye bakardı. Spor ve magazin muhabiri olmak kızağa çekilmek anlamındaydı. Babıali’de Sabah’ta bana verilen ilk görev ise(1967) eğitim muhabirliğiydi. Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem’i ben takip ediyordum, üniversitelere ben koşturuyordum. MTTB’deki bütün konferansları sonuna kadar dinleyip gazetem için özet haber çıkarıyordum. O günlerde farketmemiştim ama iyi ki eğitim muhabiri olmuşum. Fikri ve zihni bir birikim sağladı, düşünme yeteneğimi geliştirdi, yorum ve analiz için dağarcığımda  çokça bilgi, belge ve öge oldu.

 

Babıali’de Sabah’ın idare yeri olan Cağaloğlu Şerefefendi Sokağı’nın başındaki Güneş Matbaacılıktan MTTB Konferanslarını takip etmem  için gideceğim yolun uzunluğu aynı sokakta 100 metre kadardı.

 

Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan(1898-1978), Ord. Prof. Ali Fuat Başgil, (1899-1967) Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş(1925-1987), Prof. Dr. Zeki Velidi Togan(1890-1970), Prof. Dr. Ziyaeddin Fahrettin Fındıkoğlu, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu (1912-1984), Prof. Dr. Muharrem Ergin(1925-1995), Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu(1899-1975), Doç. Dr. Nurettin Topçu(1909-1975), Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983) ve İlhan Egemen Darandelioğlu’nu(1921-1979)böyle tanıdım. Hem işimi yaptım, hem de fikri bir oluşumun içinde kitaplarla, dergilerle, makale ve sohbetlerde buldum kendimi.

 

Bir Kahraman Akademisyen

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi bu konuda çok vefalı, kadirşinas ve bilimin gereğini yapıyor. Bu insanların yetiştirdiği öğrencileri de öyle oldu. Tümüne yakın bu muallimler bir vesileyle anıldı. Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş’tan (2012) önce Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’ı anma toplantısındaydım (2010). Doğum yeri olan Başkurdistan’dan da konuklar vardı. Yeni nesile ve Türk Dünyası’na damgasını vuran bu akademisyen kimdi? Ansiklopedik bilgiye sahip, Türk Tarihini en ince noktasına kadar bilen  ve birleştirmeye çalışan bir akademisyen neler yapmıştı?. Osmanlı Cihan Devleti zamanında İstanbul-Ufa ilişkileri güçlüydü, Sultan 2. Abdülhamit bu alakayı daha da önemserdi. Zeki Velidi Togan Başkurdistan’ın yöneticisiydi. Bolşeviklerle mücadele etti. Ülkesinde laik ve demokratik bir cumhuriyet kurmak istiyordu.  Toparlayıcıydı, lider vasıflarını taşıyordu. Üç Başkurt Kurultayı gerçekleştirdi. İlmi ve siyasi çalışmalarıyla Türk Toplulukları arasında bir köprü oldu. Bir emeli de Türk topluluklarını federasyon olarak Türkistan Bayrağı altında bir araya getirmekti.  Türk ülkelerinin boyunduruktan kurtulması için mücadelenin gerekli olduğunu söylüyordu. Bunun için de orta sınıfın güçlenmesi elzemdi. Kehanet midir tartışılabilinir; Hitler ve Stalin’in milyonlarca insanı katledeceğine dikkat çekiyordu Zeki Velidi Togan Hoca.

 

Sadece bir ilim adamı değil,mücahittti, bir kahramandı. Halka dilini ve dinini unutmaması için çağrılar yapıyordu.Önce Türkistan’a, sonra Avrupa’ya, ardından Türkiye’ye gitti. Turancılık Davası’ndan (1944) Türkiye’de tutuklandı. Ancak berat etti. Hayatının önemli bölümünü 1925’te geldiği İstanbul’da geçirmişti bu büyük alim insan. O yıllarda hükümet ve MEB isterse üniversiteye hemen atama yapabiliyordu. Öyle de oldu. Başkurt şivesiyle konuşurdu. Türk dünyası için federasyon fikrini savunuyordu. Almanca yazdığı eserler henüz Türkçeye maalesef çevrilmedi.

 

İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binasındaki toplantıda kalıcı konuşmalar yapılmıştı. Notlarımdan bazıları şöyle: Türkün gücünü ve zaafını iyi keşfetmiş, düşün ve estetik hayatını bir arada tutabilmiş, paylaşımı(cülüş bir çorba adı ve bir paylaşım sistemi)öne çıkarabilmişti. SSCB döneminde Zeki Velidi Togan’ın adından bahsetmek bile yasaktı. Sovyetler dağılınca Başkurdistan ve Zeki Velidi Togan’ın adı yeniden hatırlandı. Eserleri basıldı. Halk muallimini hiç ama hiç unutmadı. Anıtları yapıldı, köyüne müzesi açıldı. Başkurdistan Cumhuriyeti’nin sembolüydü. hatıralarını TDV Yayınladı. İyi de oldu. Anılarında ismi geçen yüzlerce isim ve yer bulundu Başkurdistan’da. Halk da boylarını, şecerelerini ve tarihini böylece Zeki Velidi Togan’dan öğrendi.

 

Bu toplantıda kızı Prof. Dr. İsenbike Togan vardı, Başkurdistan Başbakan Yardımcısı İldus Gubaydulloviç İlişev, Cumhurbaşkanlığı amiri Azamatov Danil, Prof. Dr. Düşen Kaseinov,  Prof. Dr. Yenikeyev Zufar Ingaleyeviç, Prof. Dr. KulşaripovMaratMahmutoviç, Prof. Dr.Hisamitdinova Firdavs Gülmitdinovna ta Başkurdistan’dan gelmişlerdi.

 

Mücahitler de Ağlar

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin vefası “SEVGİLİ HOCAMIZ PROF. DR. İBRAHİM KAFESOĞLU ANMA PROĞRAMI” ile( 04 Kasım 2014) geçtiğimiz günlerde devam etti. Bütün gün süren toplantıda Kurul Odası ağzına kadar doluydu. Eşi Müzeyyen Hanım ve oğlu Celaleddin Kafesoğlu da hazır bulundu toplantıda.  Yine not tuttum alışkanlığım olduğu üzere, benim hafızam Yavuz Bülent Bakiler ağabeyim gibi dinç değil sanırım, yazmazsam hatırlamakta zorluk çekiyorum. Saatlerce not aldım.

 

İbrahim Kafesoğlu öğrencilerini teşvik ederdi. Milli irade, mefkure ve şahsiyet sahibi yapardı. Bayramlardaki ziyaretlerden mutlu olur, mutlaka iade-i ziyarette bulunurdu. Yemeye arkadaşlarıyla birlikte çıkardı.  Muharrem Ergin az not verirdi, ama İbrahim Kafesoğlu bunu tamamlardı. İslam Ansiklopedisi’nde müsahhih iken Prof. Dr. Nadir Devlet’in tez yapmasını kolaylaştırdı ve ilim dünyamıza yeni bir akademisyen kazandırdı.  Babıali’deki Kültür Ocağı’nda ve MTTB’ndeki konferanslarından, sohbetlerinden onlarca genç yetişti. Devlette sorumluluk aldı. “Masonlar kadar güçlü olmalıyız. Milliyetçi, memleket sever kadrolar kurmalıyız” diye sürekli çalışırdı. Tabii bir liderdi. Aydınlar Ocağı’nın ilk genel başkanıydı. Bakırköy Londra Asfaltı üzerindeki Ömür Yoğurttaki toplantılarda “Bir Sfenksi idam ettim” derdi. Herkes bu Bay Sfenksi iyi tanırdı.

Halktan biriydi yanı zamanda, mütevazi idi. Genel Türk Tarihi’nin yanında sosyal tarihçiliği de ortaya çıkarmıştı.

 

Dostlarına güveni fazlaydı. Cumhurbaşkanı Fahri Sabit Korutürk’ün 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı demecinde toplumun rencide olması üzerine bir bildiri yayınlayan İstanbul Üniversitesi hocalarından Mustafa Kafalı, Necmettin Hacıeminoğlu ve Mehmet Eröz’ün(1930-1986) imzalarını görünce  bildiriyi görmeden kabullendi ve imzaladı.

 

Oğlu Cemalettin Kafesoğlu da birkaç anektod aktardı;” Liseyi zorla bitirdim. Babam “üniversiteyi bitir git çöpçü ol” derdi hep bu halimi görünce. Bize vasiyeti şöyleydi: “1. Siyasete girmeyin. 2. Kitaplarım basılırsa telif falan peşinde koşmayın. Herkes okusun ve istifade etsin.” KKTC ilan edildiğinde Rauf Denktaş’ı dinliyordu televizyondan. Babamı ilk defa ağlarken gördüm bu vesileyle. Bu mutluluk ağlamasıydı.”

 

Türk İslam Sentezi Mucidi

İbrahim Kafesoğlu’nun  fikir adamlığını, tarihçiliğini, Türk Tarihi’ne bakışını, milliyetçilik ve eğitim anlayışını kitaplarda ve eserlerinde bulmak mümkün. Ben hocanın hayatından bazı anektodlar aktarmak istiyorum. Unutulmasın ve kayda geçsin diye. Böyle toplantıların faydası da böyle yansıyor işte.

 

Hocanın dersi talebelerinin dışında gelen sivil konuklarca da izlenir ve sınıf hep dolu olurdu. Herkese saygı ve sevgi doluydu. Mütebessim bir hali vardı sohbetlerinde. Bilgilerini yeni keşfetmiş gibi anlatırdı. Bunları da ders gibi değil, konferans veya sohbet biçiminde aktarırdı. Türk-İslam sentezini ortaya koyan ve Aydınlar Ocağı ile örtüştüren İbrahim Kafesoğlu’dur. Yatırımı insana ve özellikle genç nesile yapıyordu. Beğendiği gençlere “yiğit çocuk” diye hitap ederdi.

 

Meslektaşımız ve eski milletvekillerimizden değerli ülküdaşımız Nazif Okumuş’un anlattığına göre; tutuklanan Alpaslan Türkeş 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonrasında kurulan Milliyetçi Çalışma Partisi’nin başına Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu veya Prof. Dr.Mehmet Eröz’ü düşünüyordu. Ancak  olmadı. Bana göre iyi ki de olmamış. Akademisyenler siyasete ve bürokrasiye girince, üniversitedeki kadar başarılı maalesef olamıyorlar. İrtifa kaybediliyor. Ayrıca aynı siyasi düşüncede olamayanlar daha sonra mesafe ve gönül  koyuyorlar. Günümüzdeki TBMM ve hükümet  buna ilginç bir örnek teşkil eder diye düşünüyorum.  Buna rağmen siyasete girmesi için yoğun baskılar oldu. İbrahim Kafesoğlu buna şiddetle karşı çıkarak ” Halkımızı çok cahil bıraktılar. Önce bunun üstesinden gelmeliyiz.” Derdi.

 

Türk Kültürü Dergisinin başyazarıydı. Doğduğu kentte ismi geç de olsa bir liseye verildi: Tefenni İbrahim Kafesoğlu Lisesi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde 307 No lu anfiye de öyle.

 

“En Makbul İnsan Zalim Hükümdara Hakikati Söyleyendir”

Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu Türk Milliyetçiliğiyle örtüşen bir kültür tarihçisiydi. Çalışmaları vaz geçilmez eserler olarak konumunu hala koruyor. Dinlemeyi sabırla başarırdı, konuşurken de dillendirmesi sessiz , ancak etkili olurdu. Konferanslarında ise tam tersi bir farklılık gözlenirdi. Uzmanlığa hep önem vermiştir. Mesela Ziya Gökalp’ın eserlerini devlet basarken “Keşke bu eserleri bir sosyolog da gözden geçirse” diye serzenişte bulunmuştur. 80 sahifelik bir çalışmaya 20 sahife düzeltme yazmıştır. Eksikliğe ve yanlışa asla tahammül etmezdi.

 

Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayınladığı İslam Ansiklopedisi’nde çok ter döktü. Bakan Cihat Baban’ın “40 Yıldır niçin tamamlanmadı. Nezihe (Araz) Hanımı getirsem, 5 yılda biterdi!” biçimindeki eleştirilerine “Avrupa İslam Ansiklopedisi’nin 2. Baskısını 15 yıldır yapamıyor ve hala K harfindeler. Biz ise bunu 5 sene sonra bitireceğiz” derken bu tür çalışmaların hiç de kolay olmadığını anlatmaya çalışıyordu. “En makbul insan, zalim hükümdara hakkı söyleyen” mealindeki Hadisi tekrarlardı, eskilerin “ağzına vird etmişti” dedikleri cinsten.

 

Türk Tarih Kurumu’na seçildiğinde iki generalin de burada görevlendirildiğini görünce “Sizin burada ne işiniz var. Siz askersiniz” diye çıkışı hala konuşulur. “Teodora’nın sülalesindenim” diye hava atan bir maruf kişiye “Bizanslı Teodora bir fahişeydi” dediğinde adamın yüzünü görmeliydiniz diye anlatır yakınları.

 

Hocaları ve Talebeleri Örnek Bir Nesil

Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu alimdi, aksiyon adamıydı, kahramandı, dürüsttü, vatanperver bir Türk Milliyetçisiydi, mücahitti, müşfikti, güleryüzlüydü, kibar ve nazikti ama militan solun karşısına da Aydınlar Ocağı olarak çıkan onlarca katarlı bir lokomotif gibiydi.İhanetlerin yeşerdiği bir dönem olan Nihat Erim Hükümeti zamanında Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’la görüşüp, Çankaya’ya çıkarak ülkemizin ve toplumumuzun sorunlarını anlatması da ayrı bir cesaret ve örnek eylemdi. Mekanı cennet olsun.

 

İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mahmut Ak ve Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Özkan bir vefa, bir örnek programla yeni nesillere kalıcı bir yol salık verdiler.