Çocukluğumda
ilçemiz insanlarının önemli bir kısmı tütüncülükle geçinirdi. Tütün fiyatları birçok
üründe olduğu gibi hükümet tarafından ilan edilirdi. İlan edilen fiyat tütün
eken çiftçiler için hayati önemde idi. Çünkü bir yıllık emeklerinin karşılığı ilan
edilen fiyata bağlıydı.
İlçemde
zamanın iktidar partisi Adalet Partisinden seçilen çok kıdemli bir belediye
başkanı vardı. Başbakan Süleyman Demirel ile çok yakın ilişkiler kurmuş,
çekirdekten yetişme kurnaz bir kasaba politikacısı idi. Kasaba için bu
kadar önemli bir olaydan siyasi rant üretmek böyle kurnaz bir politikacı için
bulunmaz bir fırsattı.
Belediye
Başkanı Ankara’daki kaynaklarından tütün için devletin 120 TL fiyat
belirlediğini öğrenmiştir. Fakat belirlenen fiyat ilan edilmemiştir. Belediye
Başkanı hemen devletin tütün için 110 TL fiyat belirlediği dedikodusu çıkarır.
Çiftçilerin Belediye önünde toplanmasını sağlar. Çiftçiler içinden bazıları
“Başkan bir şey yap bu fiyat çok düşük” diye bağırırlar.
Belediye
Başkanı önce ahaliyi teskin eder. “Durun bakalım, ben şimdi hepinizin huzurunda
Sayın Başbakanı arayacağım. Sizin tepkilerinizi anlatacağım” der. Manyetolu
telefon dışarıya uzatılır. Başkan sanki Başbakanı bağlatıyor gibi güya Özel
Kalemle konuşur. Arkasında sanki Başbakan’la karşılıklı gibi konuşmaya başlar. “Tütün
fiyatının çok düşük olduğunu, kasabalının isyan içinde olduğunu, halkın
öfkesini dindiremediğini” anlatır. “Sayın Başbakanım lütfen tütün fiyatını
artırın” diye ısrarlı bir talep gösterisi yapar. Biraz sonra telefonu kapatır
ve halka “Sayın vatandaşlarım Başbakanımız beni kırmadı ve tütün fiyatını 120
TL’ye çıkardı” diyerek müjdeyi verir.
****
Bu
kurnaz kasaba politikacısının yöntemini R. Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye
Başkanlığı, Başbakanlık ve CB olarak yaptığı temel atma törenlerinde sıkça
kullandığını gördük. Temeli atılan yatırım için resmi ihale prosedürüne göre
aslında projenin bitiş tarihi de bedeli de belirlenmiştir.
Ama RTE
törende müteahhit firmanın patronunu da yanına alır ve mikrofondan güya
pazarlık yapar. “Bu projeyi 2,5 sene içinde bitireceğinizi taahhüt etmişsiniz.
Ben sizden daha hızlı çalışıp, bunu öne çekmenizi ve 2 senede bitirmek için
burada söz vermenizi istiyorum” der. Veya müteahhit firma patronuna “bu projeyi
550 milyona yapmayı taahhüt etmişsiniz ama ben 500 milyona indirmenizi
istiyorum” diye güya pazarlık veya baskı yapar.
Önceden
bu senaryodan haberi olan patron da “elbette efendim, siz nasıl tensip
buyurursanız öyle yaparız” diyerek kendine verilen rolü oynar.
****
Bu
şark kurnazlığının bir başka örneğini Motorlu Taşıtlar Vergisinde
yaşadık. MTV’ye önce devletin belirlediği yeniden belirleme oranı kadar yani
yüzde 36,2 zam yapıldı. Sonra “halkımızın dertlerini yakından takip eden” partili
Cumhurbaşkanı, “bu zam çok fazla MTV artış oranı yüzde 25’e
düşürüle!” talimatını verdi.
AKP’ye
yakınlığı ile bilinen Sabah gazetesi derhal algı oluşturma görevinin
gereğini yaptı. Motorlu Taşıtlar Vergisi’ne yapılan yüzde 25’lik zammı,
“MTV’de büyük indirim” diyerek manşetten duyurdu.
Bakmayın
siz muhalefetin “MTV’ye gelen yüzde 25 zammı, ‘büyük indirim’ diye haber
yapmak utanmazlıktır” demesine.
Yüzde 36,2 zam yapan devlet görevlileri herhalde “dış güçlerden” etkilenmiş olmalıdır.
Dış güçlere karşı verilen “ekonomik bağımsızlık savaşının” başkomutanı
halkımızı vergilerle ezdirmeyeceğini gösterdi.
Ufak
bir yanlışlık oldu, MTV’ye, TÜİK’in yüzde 21 olarak açıkladığı, enflasyon artışından
4 puan fazla zam geldi. Ama bu kadar kusur kadı kızında da olur.
Asgari
ücret açıklanırken de CB Erdoğan, komisyonca belirlenen rakamın birkaç yüz lira
üstünde bir rakamla ihsanda bulunursa(!) hiç şaşırmam.
******************************
Kur Artışı İktidarın Tercihi ise Pahalılığın Faili Kim?
Döviz
kurlarında kontrol edilemeyen artışlar daha doğrusu Türk Lirası değerinin
serbest düşüşünün failini öğrenmemiz biraz zaman aldı. İktidar ve
yandaşları önce dış güçlerin paramıza saldırdığını, kur ataklarının
failinin “ekonomik bağımsızlığımıza kasteden” dış güçler olduğunu söylediler.
Fakat
dış güçlere karşı bu kadar zayıf bir görüntü vermek siyasi açıdan riskli
bulunmuş olmalı ki söylem değişti.
Değersiz TL’nin
aslında “rekabetçi kur” demek olduğunu, TL değersizleştikçe ithalatın
azalıp, ihracatın artacağını keşfettiler.
Böylece
Nasreddin Hoca’nın koyunlarını geçtiği yoldaki çit için ürettiği hikâye gibi
açıklamalar yaptılar. Böylece cari açığımızın kapanacağını, üretimin,
istihdamın artacağını, enflasyonun azalacağını ve ekonomimizin 6 ay içinde
iyileşeceği hikayesini yazdılar. TL’nin değerli olmasını savunanları “mandacı”
olarak yaftaladılar.
Yani dolar
kuru bilerek ve isteyerek, 19 yıldır tasarlanan bir plan sonucu, iktidar
tarafından yükseltilmişti. Zaten Merkez Bankası, CB talimatıyla,
faizleri düşürdükçe kurlar yükseliyor. Bir de CB Erdoğan “faiz sebep, enflasyon
sonuçtur” diye her konuştuğunda kurlar artıyor.
Kurlar artsın isteniyor olmalı ki, ne Merkez Bankası faiz indirmekten
vazgeçiyor, ne de CB susuyor. Fakat ne hikmetse Merkez Bankası -hiç etkisi olmasa da- dolar artmasın
diye Hazine’nin ödünç alınmış paralarını satıyor.
Baktılar
ki, Merkez Bankası fiyat istikrarını sağlayamıyor, enflasyonla mücadele
edemiyor. Bu görevi TÜİK’e verdiler. TÜİK kalemle düzeltse de gerçek
enflasyonu çarşıda pazarda gören vatandaşı ikna edemiyor.
Mantıken,
“kurlar arttıkça ortaya çıkan fahiş fiyat artışları, hayat pahalılığı ve
enflasyonun sebebi iktidarın “değersiz TL” tercihidir” sonucunu
çıkarabilirsiniz.
İşte
yine yanılıyorsunuz. Pahalılığı yaratan öncelikle “dış güçlere karşı verdiğimiz
ekonomik bağımsızlık savaşıdır.” Böyle izah pek tatmin etmediyse “fahiş
fiyatları” ve pahalılığı yaratan başka failler de var: “Stokçular “var, “her
gün artan kura göre etiket değiştiren satıcılar” var. “Devletin düşük faizle
verdiği kredilerle döviz alan ahlaksızlar” var.
Bahaneleri
hiç bitmiyor ama ne yapsalar mızrak çuvala sığmıyor.