Emeğinin bereketini elinin nasırına, hayatının çilesini sırtının kamburuna yüklemiş ananın ümit çiçeği; selvi boylu, kalem kaşlı, ela gözlü kızı, şahin bakışlı delikanlımın yavuklusudur Ebru. Darılamayacak kadar sevdiği Nazenin’inin yarattığı burukluğun oluşturduğu renk renk desen desen duygular yumağıdır. Öteki olamayacak kadar farklılıkların uyum içerisinde benzeşerek yan yana duruşlarının adıdır Ebru. Yüklendiği anlam ile, Türkçeleşmiş yani millileşmiş bir kelimedir.
Selimiye camisini, Türk medeniyetinin bir şaheseri olarak seyretmeyenimiz, gurur duymayanımız var mı? Yoksa Selimiye’de vakit namazını eda ettikten sonra Tanrı’ya yakarmak için avuç açtığımız mabedin Türk-İslam uygarlığının şaheseri olarak görmeyenimiz var mı?
Sevdiğinin her akşam geç kalışından bıkan sevgilinin, sevgilisini uğurlarken “Bu Akşam Gün Batarken Gel” yakarışının akabinde “Niçin a Sevdiğim Niçin” şarkılarını Türk mistik anlayışının duygu yoğunluğunda dinlemeyenimiz var mı?
“Ebediyen Sana yok, ırkıma yok izmihlal:” mısralarında işaret edilen milletin Türk Milletinden başkası olmadığını anlamayanımız var mı?
Bağımsızlığımızın dinamosu, Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesinin temelini oluşturan, Yüce Önder Gazi M.K.Atatürk’ün fikir babam dediği “Türkçülüğün Esasları” adlı eserin yazarı Kürt asıllı Ziya Gökalp’ı Türk müteferriği olarak anmayanımız var mı?
Adımızı manalandırırken “Kamus-i Türki”ye Türkçe anlam yüklemiyor diye bakmayanımız var mı?
Lahmacunu, Adana kebabını, cağ kebabını, nokulu,…, damak zevkimize uymuyor diye yemeyenimiz var mı?
Eserleri ile dünya sanat tarihine mührünü basan Mimar Sinan, İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Türk Musikisi üstatları olarak dünya musiki tarihinde hak ettikleri yerini alan Nikagos Ağa, Tatyos Efendi, dilbilimci Şemsettin Sami, fikir ve aksiyon adamı Ziya Gökalp,…, saymakla bitmeyecek daha niceleri Arnavut, Pomak, Laz, Çerkez, Kürt asıllı farklı din ve mezheplerden Türklerdir.
Bu birliktelik “öteki” olamayacak şekilde evlilik ağı ile de örülmüştür. Arkadaşının şahadetinin ortasında kendi şahadetinin başlayacağını bilerek onun yerini alıp üst üste yıkılan birer çınar gibi şahadet şerbetini içmeye can atışı, öz kardeşlik duygusundan başka nasıl izah edilebiliriz. Bu ruh değimlidir “Ümidin Bittiği Yerde Türk’ün Kudreti Başlar” vecizesini altın harflerle tarihe yazdıran.
Sen mermeri yaratırsın;
Ben ondan saray yaparım!
Suya ektiğin kamışı
Keser, biçer ney yaparım!
Gökteki öksüz dilimi!
Bayrağıma ay yaparım.
Üstat Arif Nihat Asya bu mısralarında coğrafyayı vatan edinmemizdeki kültür derinliklerini milli duyarlılıkla sunmaktadır.
Siyasi ve kültürel olarak inşa edilen ortak bir tarihin ve Türkçe ile tanımlanmış kolektif kimliğin adı Türk’tür.
Ateş üzerine bağdaş kurup türkü yaktı Türk’ü söylemek için. Yazı yazdı kar taneleri üzerine, eriyip su olduğunda dünyayı dolaşsın Türk’ü anlatsın diye.
Yalçın dağların yakıcı güneşinin esmerliği, Karadeniz’in azgın dalgalarının kıvraklığı, hazanın sarışınlığı, Akdeniz’in berrak sularından maviliği ile renklendi. Tenleri farklı, kanları al bayrağın rengiydi.
Bu canlar, Anadolu’nun rengiyle renklenip desen desen rengi ile renklendirdi Anadolu’yu. Kucakladı berrak suyun üzerinde kaderini. Su kadar saf Anadolu’da aynı saflıkta saf tuttu.
Ecdadımızın yedi bin yılı aşkın bir süredir sabırla inşa edip bugüne hediye ettiği bu birlikteliğe bir sıfat yakıştırılacaksa, bu isimlendirmede sabır ve sadakat anlamlarının da yüklendiği “EBRU” denmesi daha gerçekçi bir isimlendirme olacaktır.
Bu renk iç içeliğini desen desen ayrılabilecek şekilde görüp “kilim” benzetmesi yapılmaktadır. Bu benzetmeyi yapanları samimiyetlerinden şüphe etmemekle birlikte dikkatsizliklerini hatırlatmakta fayda vardır.
Afyon mermeri, Oltu taşı, ne Eskişehir lüle taşı, ne Trabzon çimentosu, ne Kütahya kili, ne biri ne her birinin bağlanmasından oluşan “mozaik”e hiç benzemeyiz. Mozaik değiliz biz. Çünkü mozaik, gerek lügat gerekse toplumsal hafıza olarak, nitel ve nicel olarak farklı nesnelerin bir araya getirilmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu birlikteliği keyfi olarak ayrıştırabilirsiniz. Türkiye Türklüğü’nü ayrıştırabilmek imkânsızdır. Mozaik benzetmesi yapanların büyük çoğunluğu gördüklerini değil, görmek istediklerini tanımlamaktadırlar.
Kulak kiri ile gerçekler arasındaki farkı, köşenin adına uygun duygu ve düşünce içerisinde becerebildiğim ölçüde sizlerle paylaşacağım.
Bu beraberlikte sessiz çoğunluğun sesi olmaya çaba harcayacağım. Eksik kalanları ise, siz değerli okurların eleştirileri ve önerileri ışığında değerlendirmeğe çalışacağım. Ama hiçbir zaman emiştiren, asla karıştıran duygu ve düşüncelere yer vermeyeceğim.