Bir hususu
anlatmak için, misal vermek, örnek getirmek; o konunun açık seçik görülmesini
ve açıklanmasını sağlar. Tıpkı, uzağı yakın edip, açık seçik görülmesini temin
edip sağlayan dürbün gibi.
Bazıları misalin
konuyu rahatça anlamamızı sağlamasına karşı çıkmakta. Daha doğrusu körü körüne
savundukları fikirlerin yanlışlığının ortaya çıkmasından dolayı rahatsız
olmakta. Örnek verilmesine tahammül edememektedirler. Misal ve örneğin
gösterdiğine bakmak yerine, misalin kendisine takılıp kalmakta; böylece karşı
fikri güya reddetmiş olmaktadırlar.
Aynen, dürbünün
gösterdiğine bakacağına; sözü dürbünün yapıldığı maddesine, dış yapısına
getirerek; konudan uzaklaşılmasını arzu etmektedirler. Bu şekilde dikkati
yanlış yere çekerek dürbünün işlevini boşa çıkarmak isterler.
Oysa asıl olan,
dürbünün kendisi değil; gösterdiğidir. Bunun gibi, asıl olan misal ve örneğin
kendisi değil; dürbün gibi göstermek ve anlatmak istediğidir. Çünkü âletin
başka, yaptığı şeyin bambaşka olması gibi. Âleti, âlet olduğu için değil;
yaptığı iş için kullandığımız gibi.
Misal ve örneği
de, konuyu daha iyi anlatmak ve ortaya koymak için veririz ve zaten bunun için
vermek gerek. Nitekim öğretmen sınıfa dünyayı temsil eden bir küre getirir.
İşte dünya da bu küre gibi yuvarlaktır der. Elbette top şeklindeki o küre,
dünya değildir ama, o körpe zihinler için dünyayı temsil eder. Çocukların
dünyayı algılamalarını sağlar. Şüphesiz ki, dünyanın büyüklüğü karşısında, o
küre / o yuvarlak şey; zerre hükmünde bile değildir. Fakat çocuğun zihninde
dünya hakkında bir fikir verir. Çocukta dünya algısı oluşur.
Demek ki, temsil
bir şeyin benzer halidir. İşte bu yüzden ahlâk, edep ve âdapla ilgili kıssa ve
hikâyeler de; güzel ahlâkı müşahhaslaştıran / somutlaştıran, tecellî ettiren /
onlara görünür hâl aldıran; birbirinden güzel görünüm sağlayan birer dürbün
hükmündedirler.
Evet, temsilin /
bir şeyin aynısını veya mislini yapmanın ve benzetmenin hasiyeti / fayda ve
yararı şudur: Aklî / mücerret ve soyut bir şeyi, hissî bir şeyle tasvir
etmektir. Yine aslı olmayan mevhum / vehmedilen bir şeyi, muhakkak ve mevcut
bir şeyle anlatmaktır. Gaip / görülmeyen bir şeyi, hazır bir şeyle tasvir etmek
/ canlandırmaktır.
Ancak temsil;
Allah’ın zatında değil, sadece şuunatında / işlerinde vardır. Çünkü bütün
kâinatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları zerreler gibi
hikmetli / gayeli ve kolay çeviren ve gezdiren ve zerratı / zerreleri muntazam
/ düzgün memurlar gibi istihdam eden / hizmet ettiren Zat-ı Akdes-i İlâhînin /
İlahî Kutsal Zat’ın yani Allah’ın şeriki / ortağı, naziri / benzeri, zıddı,
niddi / aynısı olmadığı gibi:
“O, gökleri ve
yeri (varlık gayesine uygun olarak yoktan) yaratandır. Size kendi cinsinizden
eşler yaratan ve bu suretle üreyip
çoğalmanızı sağlayan, aynı şekilde hayvanları erkekli dişili yaratan da O’dur.
(Tek olan, var olmak için başkasına muhtaç olmayan sadece O’dur.) O’nun (eşi)
benzeri (dengi olan veya olabilecek) hiçbir şey yoktur. O (yarattıkları sınırlı
işitirken, kendisi her şeyi işiten) Semî’ (O, yarattıkları sınırlı görürken,
kendisi her şeyi, her an gören) Basîr’dir.” (Şura: 11, Veli Tahir Erdoğan
Meali)
Sırrıyla sureti,
misli, misali, şebihi / benzeri dahi olamaz.
Fakat…”(Evreni,
hayatı ve ilk insanı) yaratmaya başlayan, sonra onu (kıyamete kadar devam
ettiren, kıyametin ardından onu ebedî âlemde) tekrarlayacak olan (da) O’dur.
(İlkini yapan O olduğu için) bu (diriliş, ilk dirilişle kıyaslandığında) O’na
göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce sıfatlar O’nundur. (Kâinat onu
tanıtmak için vardır.) O (vaat ettiği her şeyi yerine getirecek mutlak güç
sahibi olan) Aziz (her şeyi hikmetli yaratan) Hakîm’dir.” (Rum: 27, Veli Tahir
Erdoğan Meali)
Sırrıyla, mesel ve
temsil ile şuunatına / işlerine, sıfat ve esmasına / isimlerine bakılır. Demek
mesel ve temsil şuunat / işleri, isim ve sıfatları nokta-i nazarında / görüş ve
bakış açısı bakımından vardır.