Miras Yarası Kangren Olmuş, Haberiniz Var mı?

109

Balıkçının önüne gelen üç kişiden biri diğerine: “Az önce ambulanslar gitti, on bir kişi birbirini vurmuş, altısı ağırmış.” diyor. Kulak kabartıyorum, “Olayın sebebi neymiş?” diyorum, “Herhalde akrabalar arasında miras meselesi.” cevabını alıyorum. Yer belli, zaman belli; deşifre etmemek için burada paylaşmıyorum.

Miras konusu, bu toplumda bir yara; yara değil, kangren…

Esnaftan biriyle konuşuyorum. Camiye gidenleri göstererek bana: “Beş vakit namazı camide kılan şu adamların, hiçbirinin öldükten sonra yatacak yerleri yok.” diyor, ben sormadan ilave ediyor: “Bunların hiçbiri hak hukuk bilmez, her biri kızlarından mal kaçırır, akrabaları ile mal yüzünden küstür.”

Lafa gelince adalet, eşitlik, hakkaniyet; eyleme gelince yaşasın şeytaniyet !

Gazeteci dostum Mahmut Bey’le sohbetimden sonra onun ısrarı ile ele aldığım bu konu üzerinde düşünmeye başladığımda mirasın, toplum bireylerini ve nesilleri birbirine kaynaştırmak, bir millet bilinci oluşturmak, aidiyet ve akrabalık duygularını güçlendirmek yerine, nesilleri birbirinden kopardığını, aynı dönemde yaşayan aile bireylerini birbirine düşman ettiğini, kan davalarına yol açtığını, birbirine beddualı kişilerden oluşan bir toplum ürettiğini üzülerek tespit ve idrak ettim.

Miras konusunda “cahiliye” kültürüne sahibiz. Ülkemizin bilhassa bazı bölgeleri bu konuda öne çıkmaktadır. Bu bölgelerdeki anlayışa göre kadın, hala “karnından sıpası, sırtından sopası eksik olmaması” gereken varlıktır. Kadın, çalışır, üretir; mirasa gelince hak erkeğindir. Bunu baba yapar; erkek evlat, zaten hazır kuvvet beklemektedir; atadan böyle görmüşlerdir. Kadın, kadın utancından dolayı bir şey diyemez, içine atar, beddua eder, hakkaniyet için ahireti sabırla çeker; derdini kocasına ve çocuklarına anlatabilir. Zurnanın son deliği olduğu için kocanın zaten söz hakkı yoktur; evlatlar, kendinden önceki nesle, dayılarına düşman olur. Vicdanlar kanar, bazen volkan gibi patlar, aile faciaları kaçınılmazdır. Sebep, gelenek böyle emretmiştir.

Bu uygulamanın, ne medeni kanunda ne de fıkıhta yeri vardır.

Miras meselesini, bu toplum, halletmek zorundadır. Geleneğin bu konudaki yozlaşmış, zulme dönüşmüş kuralları derhal terk edilmelidir. Erkek egemen anlayışın yaygın olduğu bu bölgelerde geniş bir sosyolojik araştırmaya ve yeni bir algı, inanç, kanaat, hukuk düzeni oluşturmaya acilen ihtiyaç vardır. Dillendirilmeyen, ancak içten içe büyüyen tümör, toplum huzurunu, güven duygusunu, kardeşlik bağlarını kemirmekte, yok etmektedir.

Cebri uygulamalar hiçbir hukuk düzenine uymuyor, kuralsızlık hüküm sürüyor. En kötü hukuk düzeni bile düzensizlikten iyidir. Belli bir yaşa geldiği için idrak yeteneğini ve muhakeme gücünü yitirmiş yaşlıların iki dudağının arasından çıkan hükümler, uygulamada adaletsizliğe ve murisler arasında huzursuzluğa yol açmaktadır.

Kişiler, miras paylaşımında isterlerse İslam fıkhının isterlerse Medeni Kanun’un hükümlerine uyabilirler. Bu onların tercihidir. Önemli olan, sulhen uzlaşmaktır.

İslam fıkhında mirasçı olarak kadın ve erkeğin hak oranları, bunun istisnaları, azami ve asgari sınırları hep bellidir. Medeni Kanun da insanlık tecrübesinin birikimi olarak birtakım kurallar getirmiştir. İşimize gelsin veya gelmesin, bu kurallar bütününe uyulmadığı sürece kişiler birbirlerini vurmaya devam edeceklerdir.

Din olarak, İslam akaidine inandığını ve buna göre hayatını tanzim ettiğini söyleyenlerin uygulamalarına baktığımızda büyük bir samimiyetsiz, sahtekârlık görmemek, şaşkınlık yaşamamak mümkün değil. Bu insanların adalet anlayışı, kirlettiği için hem dine zarar vermekte hem kendilerine olan güveni sarsmakta hem de toplumsal barışı bozmaktadır.  Hele, haksız arzuları din ambalajı ile sunma kolaycılığı yapanlar, bunun için ayetleri kullananlar, Allah tarafından, “ayetleri ucuz menfaatleri için satanlar olarak nitelenmiş ve lanetlenmiştir.

Miras paylaşımında laik veya dini yasalardan birini önermek, bu yazının konusu değildir. Toplumsal konsensüste ciddi sıkıntı vardır. Bu durum, ailevi ve milli benliği yaralamakta, yok etmektedir. Buna müdahale, kişi hürriyetin gaspı değil, sağlıklı bir sosyal yapının ihyası için hukuk devletinin acil görevidir.

Yetkisiz mustaripler olarak bizim de, duyarsız yetkilileri mustaripli hale getirmek, onlara vicdanların onaylayacağı hukuk düzeni inşa etmelerini sağlatmak görevimizdir. Vesselam…