Milliyet Fikri (2)

94

Avrupa milletleri asrımızda unsuriyet fikrini çok ileri sürdüler ve hâlâ da sürüyorlar. Bu yüzden Fransız ve Alman’ın çok uğursuz ebedî düşmanlıklarından başka, Birinci Dünya Savaşı’ndaki müthiş / dehşetli hâdise ve olaylar dahi, menfî milliyetin / ırkçılığın insanoğluna ne kadar zararlı olduğunu gösterdi.

Hem bizde, 1908’de ilân edilen 2. Meşrutiyet (Hürriyet)in başlarında, Babil Kalesi’nin harabiyeti / parçalanıp dağılması zamanında; kavimlerin, ayrı ayrı milletlerin farklı diller konuşmasıyla; kavimlerin şubelere ayrılmaları ve o şubelere ayrılma sebebiyle dağılmaları gibi, menfî milliyet fikriyle, başta Rum ve Ermeniler, pek çok kulüplerle meydana çıktılar. Milletin birlik ve beraberliğine gölge düşürdüler.

Kalplerin bölünmesi, birbirlerinden ayrı düşmeleri sebebiyle, çeşitli mülteci cemiyetleri de, ister istemez ortaya çıktı. Böylece eştikleri kuyuya düşmekten kendilerini kurtaramadılar. Fakat kaderin cilvesine bakınız ki, onlardan şimdiye kadar yabancı devletlerin boğazına gidenlerin, perişan olup dağılanların hâlleri ortadadır. Nitekim, menfî milliyetin zararlarını herkes görmüş oldu.

Durum bu merkezde iken, bugün, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve yabancı hükmü altında ezilen İslâm kabile ve milletleri içinde, menfî milliyetçilik fikriyle birbirine yabanî bakmak ve birbirini düşman kabul etmek, öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez. Âdeta bir sineğin ısırmaması için, müthiş yılanlara arka çevirip, sineğin ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle, büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa’nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda, onlara ehemmiyet vermeyip, belki manen onlara yardım edip, menfî unsuriyet fikriyle hareket etmek hamiyet değil hamakattir.

Müsbet milliyet ise, toplum hayatı ve sosyal hayatın iç ihtiyacından doğar. Yardımlaşmaya, dayanışmaya sebep olur. Menfaatli bir kuvvet temin eder. İslâm kardeşliğini daha ziyade kuvvetlendirecek bir vasıta olur. Bundan ötürüdür ki, müspet milliyet fikri, İslâmiyete hizmet etmeli. Ona kale ve onun zırhı olmalı. Fakat yerine geçmemeli. Çünkü İslâmiyetin verdiği kardeşlik içinde bin kardeşlik var.

Ölümsüz, sonsuz ahiret yani beka âleminde, ölenlerin ruhlarının bulunduğu dünya ile ahiret arasındaki kabir âleminde; o kardeşlik bakî / ebedî, sonsuz olarak kalır. Onun için millî kardeşlik ne kadar da kuvvetli olsa, onun bir perdesi hükmüne geçebilir. Yoksa onu, onun yerine koymak, aynı kalenin taşlarını kalenin içindeki elmas hazinesinin yerine koyup, o elmasları dışarı atmak nev’inden ahmakça ve akılsızca bir cinayettir.

İşte, ey Kur’an ehli olan vatan evlâtları! Altı yüz sene değil, belki Abbasiler zamanından beri bin senedir Kur’an-ı Hakîm’in bayraktarı olarak, bütün cihana karşı meydan okuyup Kur’an’ı ilân etmişsiniz. Milliyetinizi Kur’an’a ve İslâmiyet’e kale yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş hücum ve saldırıları defettiniz. Tâ:

“Allah öyle bir topluluk getirecektir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler ve Allah yolunda cihat ederler.” (Maide, 54) ayetine güzel bir mâsadak / ayeti doğrulayıcı bir örnek oldunuz.

Şimdi Avrupa’nın ve frenkmeşrep yâni Avrupalı gibi düşünüp yaşayan, batılıların yolundan giden münafıkların / ikiyüzlü kimselerin desiselerine / gizli hile ve tuzaklarına uyup şu ayetin evvelindeki hitaba muhatap olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız.

Türk Milleti, İslâm milletleri içinde en kesretli / çokluk olduğu hâlde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır. Sair unsurlar gibi Müslim ve gayrimüslim olarak iki kısma ayrılmamıştır. Nerede Türk taifesi varsa Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır. (Macarlar gibi). Halbuki küçük unsurlarda dahi hem müslim ve hem de gayri müslim var.

Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin İslâmiyetle kaynaşmış; ondan ayrılması mümkün değil. Ayrılırsan mahvolursun. Senin mazideki bütün övüncün İslâmiyet defterine geçmiş. Bu iftihar ettiğin şeyler, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği hâlde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o övünç duyduklarını kalbinden silme.

 

Önceki İçerikKıyamet Yaşanıyor, Haberinizi Var mı?
Sonraki İçerikMilliyet Fikri (1)
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.