Millî ve Sosyal Diyanet mi?

113

Diyanet millî bayramı andı
mı/anmadı mı?. Artık bu gibi polemiklerin haber değeri de olmamalı. Doğrusu
ansa ne olur, anmasa ne olur?. Çok da meraklısı değiliz. Her kamu kurumu gibi mevzuatta
belirlenen kuruluş amacına uygun işini doğru yapsın, verilemeyecek hesabı
olmasın yeter. Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) 1924 yılında kurulmuş, bugün yüz
otuz bin civarında kadrosu olan dev bir kamu kuruluşudur. Kurum 16 Milyar TL
gibi devâsa bir bütçeye sahip. Bu bütçe ile neler yapılmaz ki. Bu kurumun,
sadece ramazan ayına sıkışan etkinliğiyle değil, bütün zamanları kapsayan projeleri,
hedefleri olabilirdi ve olmalıydı. Toplumu din konusunda aydınlatmakla
birlikte, sosyal ve aile destek projeleri, çevre projeleri gibi hayata dokunan
faaliyetler de yürütebilirdi. Bu kadar büyük bir kitleye sahip, ki önemli kısmı
üniversite eğitimli olan bu kurum –millî
alanda olmasa da
– neden sosyal alanda yeterince görünmüyor?.

Kuruluş amacına baktığınızda diyanet işleri başkanlığı; “İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili
işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet    yönetmek üzere..” olarak tanımlanır. Ama ne
teessüf ki;
yetmiş yıldan
beri, “tırnak kesersem abdest, yağmurda ıslansam- havuza girersem
/çıkarsam oruç bozulur mu?” diye bir türlü bozamadığımız ezberler var. Daha bu handikaplardan kurtulamayan bir
kurum konumunda. Üzücü değil mi? Böylesi köklü bir kuruluş nasıl olur da bu
topluma temel ibadet ve ahlak esaslarını benimsetememiş. Daha da vahim olanı, kadîm din gelenekleri ile dinin esasları bir birine karışmış
durumda. Sonuçta anlaşıldı ki, bir kısım hurefeler, antik uzakdoğu kültürü
kaynaklı gelenekler-ritüeller bu dinin
içine boca edilmiş
. Üstelik denetlenemeden ve kuşaktan kuşağa aktarılarak.

Din işleri yüksek kuruluna bakıyorsunuz,  “..islam
dininin temel bilgi kaynaklarını ve metodolojisini, tarihî tecrübesini ve
güncel talep ve ihtiyaçları” dikkate alıyor. 
“Dinî konularda karar vermek, görüş bildirmek ve dinî soruları
cevaplandırmak” gibi oldukça iddialı ve akademik bir ağırlık hissedersiniz.
Ayrıca  dinî konularda telif, tercüme,
inceleme ve araştırmalar yapmak, yaptırmak, ihtiyaç duyduğu konularda inceleme
ve araştırma grupları oluşturmak gibi görevlerinin  olduğu da bilinmektedir. Bu açıdan
bakıldığında da kurumun geçmişle yüzleşmesi gerekir.

Her şeyden
önce kaynağı belirsiz ya da çok tartışmalı olan ve “mevzu hadis” olarak sınıflanan yüzlerce birçok uydurulan hadisler
var. Bu sözler iki-üç yüzyıl sonra nakilden nakile rivayetlerle günümüze kadar
gelmiştir. Bunların bazılarından çok
farklı ve çelişkili
hükümler çıkaran ve sert duygularla beslenen radikal gruplar var. Bunlar sosyal hayatı
zedelemeye ve toplumsal bir kargaşaya neden olabilir. Yaşanan örnekleri olduğu
için bu kaçınılmaz bir gerçektir. Öyle ki, insanın hadis kriterlerine göre ve o
saygıyla bile bile izah etmekte zorlanacağı durumlar. Yaygın birkaç m
evzu hadis rivayetleri; “..köpekler katledilmelidir, kertenkeleleri
öldürün (Müslim). Hayatında üç kez tövbe etmiş bir kişi, o dakikadan sonra ne
kadar günah işlerse işlesin Allah tarafından affedilir (Buhari, Müslim). Namaz
kılan bir erkeğin önünden ‘eşek’, ‘kara köpek’ veya ‘kadın’ geçerse, namazı
bozulur (Buhari, Hanbel)” gibi ipe sapa gelmez sözler var. Bu gibi karmaşa
karşısında DİB kurumu elbette halkı aydınlatması gerekir. Bununla ilgili yayıncılık
faaliyetleri vardır, yok saymak haksızlık olurdu. Ancak yaygın ve etkileyici
bir çalışma görülmemiştir.

Bu anlamda bu derece güçlü kamu kuruluşunun toplumla
kaynaşarak sosyal anlamda yaşayan hayatın içine 
değer kattığını söylemek zor. Kaldı ki, varsayalım özel bir kurum  yönetmeyi üstlense inanın “verimsiz” diye kurumu yeniden aktif
etmeye ya da personel azaltmaya gider. Bu anlamda bir vatandaş olarak, din
görevlilerin sadece “namaz kıldırma memuru” gibi olmaları da doğrusu
ağır geliyor. Özellikle bu çağda diyanet işleri sosyal hayata dokunmalıdır. Bunun için de yeniden düzenlemeler
olabilir. Din görevlilerin arta kalan mesailerini yerel bölge insanına,
çevreye, sosyal ilişkilere katkı sunmaları daha iyi olmaz mı?. Mesela düşünün, bir
yerel planlama ile din görevlileri sıcak yaz ayında sokak hayvanlarına beslenme
desteği verse. Dondurucu kış aylarında da yabani hayvanlara. Mesela kıraç
alanlara ağaçlandırma kampanyası yapsa. Ya da en kolay organize olunan cuma
günleri o civardaki yoksul ailelere gıda ve diğer yardımlar yapsa, boşanmanın
eşiğine gelen sorunlu ailelere maddi-manevi desteklerde bulunsa bu konuda aile
ve sosyal politikalar kurumuyla organizeli çalışsa, bu alanda ortak akademik çalıştaylar
düzenlese. Yolda kalan mağdurlara, afetzedelere, kazazedelere gıda paketleri
yapsa ne lazım gelir?. O “dev” konumuna yakışmaz mı?. Aksine daha çok
sevilir kurumsal olarak takdir edilir. Mevzuata aykırı mı olacak?.

Diyanet kurumu da diğer kamu kurumları gibi insanlara hizmet amacıyla
kurulmuştur.  Yardımlaşma ve infak, bu
dinin asl
î
unsurlarıdır.  Kaldı ki bu kurumun son
zamanlardaki siyasi söylemlere katılması da aslında taşıdığı siyaset üstü
formasyona aykırı. Yapmayın sayın diyanet kurumu, artık halkın verdiği bütçeyi
biraz da hayır için kullanmak zamanı değil midir?. Bu anlamdaki mevzuat da düzenlenecek bir teferruat olsun. Artık sorunlarla
bunalan insanımıza destek olma zamanıdır. 
Cami çıkışında da duyarız, “ne verirsen elinle o gider
seninle!”. Selam ve sağlıkla.