Bir milletin bekası millî ve manevî değerlerine sahip çıkmasıyla mümkündür. Çünkü bu değerler, milletlerin birlik, beraberlik ve dayanışma içerisinde yaşamalarını sağlamaktadır. Millî ve manevî değerlerine sahip çıkmayan ve başka milletleri körü körüne taklit edip kültürel değerlerini kaybeden toplumlar tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir. Bu yüzden, bir toplumu içten yıkmak isteyenler; dinî ve millî değerlerini yok etmeye, örf, adet ve geleneklerini unutturmaya çalışmaktadırlar.
Yüce Allah, dinî ve ahlâkî prensiplere sahip çıkmamızı, O’nun bizim için seçip beğendiği hayat tarzından başka bir yol aramamamızı emretmiş ve şöyle buyurmuştur: “İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar, sizi parça parça edip, O’nun yolundan ayırır. İşte bunları Allah sakınasınız diye emretti.”(En’âm, 6/153)
Millî ve manevî değerlerine, örf, adet ve geleneklerine bağlı olan toplumlar, sahip oldukları bu değerler sayesinde ayakta kalabilmişlerdir. Dinî ve ahlâkî değerleri ihmal ederek, sadece maddî güce dayanarak varlığını sürdürmeyi amaçlayan toplumlar ise, yok olup gitmişlerdir. Bunları Yüce Allah bizlere Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde bildirmekte ve bunlardan ibret almamızı istemektedir.
Manevî değerlerimiz; dinimizin iki ana kaynağı olan yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in sünnetine dayanmaktadır. Bunlardan sonra da Peygamberimizin varisleri durumunda olan âlimlerimizin ictihadları, güzel ahlâk ve davranışları ile İslam’a samimi bir şekilde bağlanıp gönül veren, asırlarca bu dine hizmet eden ecdadımızın Kur’an ve sünnete uygun örf ve adetleridir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Müslümanları kendi inanç ve yaşayışlarına, dinî ve ahlâkî değerlerine uygun olmayan uygulamalardan sakındırmış, onların yerine İslam’ın ilke ve prensiplerine uygun düşen yeni uygulamalar getirmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine’ye hicret ettiklerinde, Medinelilerin cahiliye döneminden beri eğlendikleri iki günlerinin olduğunu öğrenince bunları, Ramazan ve Kurban Bayramları ile değiştirmiştir.(Ebû Davud, Salât, 245, I, 675)
Kur’an-ı Kerim’in birçok ayet-i kerimesinde insanın dünyaya imtihan için gönderildiği (Mülk, 67/ 2; Enbiyâ, 21/35), başıboş bırakılmayacağı (Kıyâme, 75/36), zerre kadar iyilik ve kötülüğün bile karşılıksız kalmayacağı (Zilzâl, 99/7-8) bildirilmiştir. Kur’an, bir Müslümanın nasıl bir hayat sürmesi gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunmuş, bizlere Allah’a ve Peygamber’e itaat etmemizi (Enfâl, 8/46; Nûr, 24/54) emretmiştir. Bundan dolayı, biz Müslümanlar, inanç ve ibadet konularında olduğu gibi ahlâkî konularda; beşerî münasebetlerimizde; nişan, düğün ve cenaze vb. merasimlerimizde; eğlence ve kutlamalarımızda da kısaca; hayatımızın her anında yüce dinimizin belirlediği ölçülere uymak mecburiyetindeyiz. Nereden gelirse gelsin, kime ait olursa olsun, Allah ve Resûlü’nün tasvip etmediği adet, tören, kutlama, eğlence gibi davranış biçimlerinden uzak durmalıyız.
Başka din ve kültürlere ait olan adetleri iyi-kötü, faydalı-faydasız, zararlı-zararsız ayırımı yapmadan alıp hayatımıza tatbik etmek, manevî değerlerimize ve toplumsal hayatımıza telafisi mümkün olmayan zararlar vermesi kaçınılmazdır. Bu durum bizi millet olarak bir arada tutan, sevgi ve saygı temelinde bizi birbirimize bağlayan kendi örf ve adetlerimizin unutulmasına, zamanla yok olup gitmesine yol açacaktır. Halbuki biz kendi halimizi bozmadıkça, Allah bizim durumumuzu değiştirmeyeceğini haber vermektedir: “Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d, 13/11)
Başka milletlerin adetlerini körü körüne taklit edenler, onların yaşayışlarına özenerek onlar gibi olmaya çalışanlar zamanla kendi milletinin değerlerine yabancılaşır, özendiği kimselerden olur. Allah Resûlü (s.a.s.) bu durumda olanları şöyle uyarmıştır: “Kim bir kavme (millete) benzerse, o kimse onlardandır.” (Ebû Davud; H.No: 4031)
Her yeni bir işe, yeni bir güne Allah’ı anarak başlamalı, her işte O’nun rızasını gözetmeliyiz. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “Allah’ın adıyla başlamayan önemli hiçbir işte hayır yoktur”(Ahmed b. Hanbel, 2/359) buyurmuştur. Öyleyse yeni bir yıla girerken Allah ve Resûlünün hoşnut olmayacağı davranışlardan sakınmalıyız. Geçip giden ömrümüzün muhasebesini yapmalı; hatalarımızı, eksik ve noksanlarımızı gözden geçirerek yeni yıla daha şuurlu ve hazırlıklı girmeye çalışmalıyız.