Milli Eğitim ve Öğretmen

98

 

Eğitimin esas unsurlarından öğretmene yapılan hizmetler arasında, Öğretmenler Günü ve Öğretmen Evlerinin yanında asgari ücretten bile düşük olan ‘ Öğretime Hazırlık Ödeneğini’, komik ölçekli ‘Ek Ders Ücretlerini’ ve aynı komiklikteki ‘Eğitim Öğretim Tazminatını’ sayabiliriz.

Bu iyileştirme çabalarına rağmen karşımızda duran gerçek; öğretmenlerin sağlık, adalet,  savunma ve güvenlik hizmetlerinde çalışanlara göre daha düşük ücretle çalıştıklarıdır.

Öğretmenlerin sistem içindeki statik yapısına dinamizm getirmek amacıyla son yıllarda uygulamaya konulan ‘Kariyer Basamakları Yükselme Sınavlarını’, öğretmenlerin durumunu havuç-sopa ekseninde, pozitif yönde etkileme gayreti olarak saymak istesek de, sınavlarda sorulan soruların öğretmenin dalıyla hiçbir ilgisi olmadığı gerçeği, hevesimizi kursağımızda bırakıyor. Başöğretmen veya uzman öğretmenliğin; formatif yönden gelişmişlik kadar, dal yönünden de gelişmişliği zorunlu kıldığını niye dikkate almıyoruz? Meselenin bu yönü dikkate alınmadığı için yürürlüğe konulan uygulama, öğretmenleri, Hayat Boyu Eğitimin bir parçası yapamıyor. Tabi aynı çarpıklığı, öğretmen alımlarına ilişkin sınavlarda da görüyoruz.

Öğretmenlik mesleğini ciddiyetle ele almak adına kurulan öğretmen liselerini ve eğitim fakülteleri ile okul yöneticilikleri için geliştirilen sınav sistemini de olumlu adımlardan saymak gerekir.

Bütün bu pozitif adımlara rağmen Milli Eğitim sistemimiz, öğretmene hak ettiği itibar ve konumu sosyal, kültürel, ekonomik, moral ve motivasyon yönüyle sağlamakta çok yetersiz kaldı.

Cumhuriyet hükümetlerinin şimdiye kadar aldığı tedbirlerin hiç biri ne eğitimi ne de öğretmenlik mesleğini tam manasıyla “Milli Standartlara” oturtamadı, çünkü Türkiye’de, “Milliliğin” tanımı yapılmadı, yasal boyutu ortaya konulmadı. Tanımı yapılmayan ‘Milli Eğitim Sisteminin’ esas unsuru öğretmenin kapsama alanını nasıl belirleyeceksiniz? Öğretmen, müfredattaki bilgileri veren ‘bilen kişi’ mi, yoksa işin; insani, vicdani, sosyal, kültürel, milli ve evrensel boyutlarına vakıf ‘bilge kişi’ mi olacak?

Öğretmene sistemin şimdiye kadar biçtiği görev ‘bir bilen’ olarak görünüyor ama gerçekler çok başka yönde gelişiyor.

Bu günkü bilgi teknolojileri ve sistemleri, öğretmenin ‘bilen adam’ tahtını ve hatta varlığını temelden sarstı. Bu paralelde Türkiye’de uygulanan sınav sistemi üstüne tuz biber ekti!

Bir soru fazla bileni başarılı sayıp yücelten bu sistemde öğrenci, bilgiye, yeni teknolojiler yardımıyla öğretmeninden daha çabuk ve daha derinlikli olarak ulaşabiliyor. Öğretmen, sınıfta sükûneti sağlamak ve disiplin temin etmekte zorlanmaya başladı. Sistemin ileri aşamalarında öğretmen, kendini tanımaya çalışan gencin, delikanlılığını sınadığı ilk merci haline geldi.

Sistem kendi kendini böyle alt edince, sistemde öğretmen yardımıyla insanı şekillendirmeye de gerek kalmadı.

Sadece bilgiye odaklanan dershaneler okullardan daha çok tercih ediliyor. Halk, çocuklarının okul eğitimini 4-12 yaş arasında tutup 13-18 yaş arasının dershanelerde geçeceği bir sistemi düşünür oldu.

Yapılacak en elzem şey, eğitimin malzemesinin insan olduğu ve bu malzemenin yine insan eliyle ve insanca biçimlendirilmesinin öneminden hareketle, öğretmenin sistem içinde kaybolan itibarını ve işlevini geri kazandırmak olmalıdır.

“Öğretmenim! İlk sevgiler annemden / sonrakiler hep senden” diyen çocuğun masumiyetini aynı erdemlerle besleyip büyütecek saygın kişiyi, hocayı, önder, rehber ve model insanı sisteme geri kazandırmaktır.

Dilerseniz bu gerçeğin hocalık boyutunu yine Muammer Erkul’un mısralarıyla anlatalım:

“İşin doğrusu hocam; yerin bıçak sırtında / cahile suç olmayan, sana günah sayılır / örnek olman gerekir tüm davranışlarında / boksör yumruk atarsa, yumruk silah sayılır”

Bize işte bu öğretmen lazım. Lakin bizim öyle bir Milli politikamız yok, Milli gailemiz de… Dün dünya vatandaşı yetiştiriyorduk, bu gün de dünya vatandaşı yetiştiriyoruz.

Dün Hasan Sağlam politikaları vardı. Bu gün; Mumcu, Çelik, Çubukçu, Dinçer politikaları…

“Okul yöneticileri beş yılda bir yer değiştirecek, müfettişlik kalkacak- denetçilik olacak, denetçiler sekiz yılda bir yer değiştirecek, tüm yöneticiler havuza alınacak, sistem aylarca böyle işleyecek, üst düzey yöneticiler işletmeci olacak ve en son inci: ‘Öğretmenin Güvenliğinden Milli Eğitim Bakanlığı Sorumlu Değildir’.”

İktidarın öncelikle el atması gereken konunun Bakana göre şekillenen Milli Eğitim politikaları olduğu kanaatindeyim.

Maç anında oyunun kurallarını değiştirir gibi, çalışanının yasal haklarını değiştireceksin sonrada, bu tasarrufu hiç koşulsuz yüksek moralle karşılamalarını isteyeceksin… Yok, böyle kişisel keyfe göre hukuk! O verilen ‘evet’ten keyfince anlam çıkmaz!…

Milli Eğitim sistemimizin, kerameti kendinde bilen Bakanlara değil, Milli politikalara ihtiyacı var. Bu yüzden Başbakanın, öncelikle Milli Eğitim Bakanlarının keyfiliğine dur demesi gerektiğini düşünüyorum.

Geçte olsa günün kutlu olsun öğretmenim.