Milli Eğitim Bakanı’nın Seçmeli Ders Olarak Okullarda Okutulacağını Söylediği Diller

107

“Gerçek vatan aslında dildir. Vatandan en hızlı en kolay uzaklaşma dil yoluyla olur. Ve hatta en sessizce gerçekleşen yolda budur”
                                                                                                                                                      Wilhelm Von Humboldt  

Bir süredir Türkçe dışında ki dillerin kamu alanında serbestçe kullanımı özellikle eğitim dili olması yönündeki tepkiler bir kimlik ve demokrasi meselesi olarak öne sürülmektedir. Etnik grupların kendi dillerini her alanda serbestçe kullanma iddiası bir yandan hukuken yeni azınlık yaratma diğer yandan da her etnik gurubun dilinin resmi dil olan Türkçe’ye eş değer rol üstlenmesinin demokrasi için bir zorunluluk olduğu iddialarına hizmet etmektedir.  

Bu konudaki kafa karışıklığı bilgi eksikliği yanlış kavramlarla hareket edilmesi tartışmanın doğru mecrada yapılmasını engellemektedir.  

Öncelikle bu konuda doğru bilgiye ulaşmak için AZINLIK STATÜSÜNÜ incelemek gerekmektedir.  

Uluslararası hukukta bütün devletler için bağlayıcı bir azınlık tanımı yoktur. Hukuki azınlık her ülkenin kendi tarihsel gerçeklerine göre o ülke tarafından belirlenmektedir.

Türkiye açısından azınlık tanımı Lozan Antlaşmasında belirlenen kriterle yani din temel alınarak oluşturulmuştur. Sevr Antlaşmasında azınlıklar ırk azınlığı, din azınlığı ve dil azınlığı olarak benimsenmiş Osmanlı Devletinin tek taraflı yükümlülükleri kabul edilmiş ve hatta bazı haklardan Türkiye’de oturan müttefik devletler vatandaşlarının da yararlanması sağlanmıştır. Dolayısıyla Sevr Antlaşmasına göre Türk dışında olan herkes Türkçe dışında dil konuşan herkes ve Müslüman olmayan herkes azınlık sayılacaktır. Hatta din azınlığının sadece gayri Müslimlerin değil, Hanefi Mezhebi dışındaki diğer Sünni mezhepleri ve Alevileri de kapsar şekilde ele alınacağını kabul etmek gerekecektir. Bu gün yapılan çalışmaları ve tartışmaları Sevr’e dönüş hazırlıkları olarak değerlendirebiliriz.

Bu gün bazı kesimler Lozan’ın aşılması gerektiğini burada esas alınan din kriterinin çağı geçmiş bir kriter olduğunu ileri sürerek Türkiye de etnik köken, mezhep ve dil üzerinden yeni azınlık gurupları yaratılmak istenmektedir.

Türkiye de resmi dil olan Türkçe dışındaki dillerin kullanımı ile ilgili  gelişmeler.

Resmi dil olan Türkçe dışındaki dillerin kullanımı konusunda herhangi bir yasak ya da kısıtlama bulunmamaktadır. 12 Eylül Askeri Darbesinin bir getirisi olan ve Türkçe dışındaki ana dillerin konuşulmasını yasaklayan 2932 sayılı kanun 1991 yılında yürürlükten kaldırmıştır.

Farklı dillerde radyo ve TV yayınlarının da önü açılmıştır. Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde yapılacak Radyo ve Televizyon yayınları hakkında “yönetmelik” ile kamu yayıncılığı haricinde farklı dil ve lehçelerde yayın kabul edilmiş mevcut bazı kısıtlamalarda 2009 tarihli yeni yönetmenlik ile kaldırılmıştır. Böylelikle 24 saat konu sınırlaması olmaksızın ana dilde yayın özgürlüğü getirilmiştir. Bu kapsamda 11 özel radyo istasyonu ve 7 özel televizyon kuruluşu bulunmaktadır.  

2008 yılında “Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu” madde 21′ de yapılan değişiklik ile farklı dil ve lehçelerde devlet eliyle yayın yapılası mümkün hale gelmiştir. Devlet kanalı TRT 31 dilde Web ve radyo yayını vermekte ve ayrıca 24 saat TRT 6 ve Radyo Kürtçe ve Arapça dersleri yapılmaktadır. 

Bingöl Üniversitesi ve Muş Alparslan Üniversitesinde de Kürtçe bölüm açılmıştır. Yabancı dil eğitimi ve öğretimi ile Türk Vatandaşlarının farklı dil ve lehçelerinin öğrenilmesi hakkında kanun 2003 değişikliğiyle Türk Vatandaşlarının günlük yaşamlarında kullandıkları farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesi için özel kurslar açılabileceği kabul edilmiştir. Bu itibarla günlük yaşamda kullanılan bütün yerel dil ve lehçelerin öğrenimi serbesttir.  

Dolayısıyla ana dilin öğrenilmesi ve geliştirilmesi önündeki bütün engeller ortadan kaldırılmıştır. Bu aşamada ana dilde eğitim talebi demokratik bir hak olarak ileri sürülmektedir ki yukarıda belirttiğimiz gibi ne AB ülkeleri mevzuatlarından nede Avrupa insan hakları sözleşmesinde isteyen herkesin ana dilinde eğitim görmesini mümkün kılan bir hak yoktur. Farklı dil ve lehçelerin günlük hayatta kullanımının sağladığı zenginlik bu dilin kamusal alanda da resmi dilin yanında veya ikinci dil olarak kullanım serbestîsinin gerekçesi olarak kullanılmaz.

Bölgesel dil lehçelerin unutulmaması ve gelecek kuşaklara aktarılması kültürel haklar bağlamında önemlidir. Devlet vatandaşlarının ana dillerini öğrenmeleri ve geliştirmelerini mümkün kılarken tüm etnik dil ve lehçelere aynı mesafede durmalı ve ilke olarak tüm bölgesel dil ve lehçelerin korunması ve yaşatılması konusunda ayırım yapmamalıdır. Türkçe dışındaki dillere saygı bir etnik dilin tercih edilen lehçenin diğer dil ve lehçeleri egemenliğine alıp, asimile etmesine yol açmamalıdır. Unutulmamalıdır ki birleştirici olan ve iletişimi sağlayan resmi dildir. Bunun dışındaki dillerden biri imtiyaz talebiyle ortaya çıkar ve asimilasyon politikası ile dil birliği yaratmayı hedefler ve belli dil ve lehçelerin gelişmesine engel olursa bu durum kültürel haklar çerçevesinde mütalaa edilemez.

Önemle vurgulanmalıdır ki kültürel farklılıkların zenginlik olduğu olgusu ancak bütünlük içinde anlam ifade etmektedir. Bütünlüğü sağlayan en önemli unsurlardan biri de dil birliğidir. Ortak dil birliği çatısı da resmi dil olan Türkçe ile kendisini göstermektedir.

Türkçe’nin eğitim dili olması kamu hizmetlerinde, hizmet alım ve sunumda kullanılma zorunluluğu hiçbir şekilde temel hak ve özgürlükleri ihlal etmemektedir. Aksi yöndeki talepler demokratik hak iddiasının ötesinde etnik bir gurubun kimlik oluşturma ve kendi birliğini sağlama mücadelesidir.