Komünistler, taraftar yetiştirirken propaganda cephaneliklerine mutlaka bir adet Galile bulundururlar. Galile, dünyanın güneş etrafında döndüğünü söylediği için Engizisyon’ca yargılanmış, tövbe ettiği halde ev hapsine mahkûm edilmiştir. On yedinci asırda geçen bu olay, bilimsel sosyalistler için kilise bağnazlığının cisimlenmiş misalidir. Bunu anlatan tiyatro oyunları vardır.
Yirminci asırda bir başka kilise, Stalin’in liderliğindeki Sovyetler Birliği Komünist Partisi ve onun adaleti, Vavilov isimli bir bilim adamını, ev hapsine değil, basbayağı hapse mahkûm etti. Vavilov Stalin dönemi SSCB’sinin konforuyla pek ünlenmeyen hapis şartlarına dayanamadı, öldü.
Komünistler Vavilov’dan bahsetmez. Bunu anlatan tiyatro oyunları yoktur.
Eyyyyy Vavilov!
Vavilov’dan niçin söz açtım? Vavilov olayının arkasında”bilimsel sosyalist biyoloji”, hatta “bilimsel sosyalist sosyoloji” vardır. O tarihlerde DNA bilinmiyordu. Sadece Mendel’in basit hallere uygulanabilen kalıtım yasaları bir de Darvin’in evrimi bilinmekteydi. Fakat birincisi de ikincisi de genler olmadan bugünkü kadar sağlam bir zemine oturmamışlardı. Lamark adlı bir biyolog, evrimde, hayat boyu kazanılan karakterlerin bir sonraki nesle geçtiğini iddia etmekteydi. Yani pehlivanın oğlunun pehlivan olmasını, profesörün oğlunun da pısırık olmasını bekleyebilirdiniz. Lamarkizm en çok kuyruğu kesilen fare örneğiyle anlatılır. On nesil, olmazsa yüz nesil farenin kuyruğunu keserseniz sonunda fareler kuyruksuz doğmaya başlar… Bu hiç olmadı ve olmaz. Bugün yaşarken edinilen karakterlerin bir sonraki nesle geçmediğini, karakterlerin DNA’da şifrelendiğini ve ancak seçimli üretimle veya mütasyonla değişeceğini biliyoruz.
Lamark yanılıyordu. Ne yazık ki işçilikten biyologluğa terfi etmiş bir iyi komünist olan Lizenko, bundan habersizdi; Stalin Hazretleri de habersizdi. Üstelik Lizenko düşüncesi bilimsel sosyalist doktrinle örtüşüyordu. Öyle ya, insanların mala, mülke, aileye, millete, dine bağlılıkları kolayca giderilebilirdi. Tek yapmanız gereken bunların yokluğunda birkaç nesil yetiştirmekti. Farelerin kuyruğu nasıl yok olacaksa, insanların mülkiyet, milliyet ve benzeri hisleri de proleter diktatörlüğü altında eriyip yok olacaktı.
Fakat çok daha kısa zamanda, hemen, bir yıl içinde başarılacak başka bir Lamark-Lizenko harikası vardı: Yazlık buğdayı buza, kara yatırır, soğuk şartlara alıştırırsanız kışlık buğday elde edebilirdiniz. Böylece buğday hasadı rahat rahat yılda iki defa yapılabilirdi.
Vavilov Lamarkizmin çalışmadığını biliyordu. Ama Lizenko’nun yukarıda saydığımız avantajları vardı. Maazallah Lizenko haksızsa 101. nesil farelerin kuyruklu olma ihtimali gibi gelecek Sovyet nesillerinin de iyi sosyalist olmama ihtimali doğardı ki bu telaffuz bile edilemezdi. Vavilov, Galile gibi politik davranmadı, doğrucu Davutluğu seçti, hapse girdi, orada da öldü.
Sovyet tarımının başına Lizenko geçti. O ölmedi; onun yerine bilimsel sosyalist biyoloji ve tarımın sebep olduğu kıtlıkların sonucunda milyonlarca insan öldü.
Tabiat mı yetişme mi?
Canlılarla ilgili bilimlerde asırlardır sürüp giden bir tabiat-yetişme çekişmesi vardır[1].Bu cümlemdeki “tabiat” kelimesi yaratılış, fıtrat ve benzeri anlamlardadır. İstersek bugünkü bilgilerimizle buna genetik de diyebiliriz. Çekişmenin bir örneği şu sorudadır: Çocuğun büyüyünce başarılı olması neyin sonucudur? Evde çok kitap bulunması, anne-babanın okur-yazarlığı, çocuğun iyi beslenmesi ve iyi okullarda okuması mı? Bu cümlede saydıklarımız münakaşanın “yetişme” tarafını savunan sözlerdir. Diğer taraf, “bu çocuk doğuştan kabiliyetliydi” lâfını tercih eder. Bu tabiat demektir, genetik demektir.
Hemen bütün tabiat mı yetişme mi münakaşalarında doğru cevabın “her ikisi de” olduğu görüldü. Artık makul insanlar o mu, o mu diye değil, bu incelediğimiz olayda yüzde ne kadar birincisi, yüzde ne kadar ikincisi diye soruyorlar.
Siyasî ümmetçi-Marksist kardeşliği
Niyetim ve yazımın başlığı buğday veya Lizenko değil, milletler ve milliyetçilik.
Sorumuz şu: Milletler ve milliyetçilik, yani insanlardaki bir millete mensubiyet hissinin ne kadarı tabiattan, yani genetikten, ne kadarı yetiştirilmelerinden kaynaklanıyor?
Marksistlerin bu soruya verecekleri cevabı tahmin edersiniz. Tamamı yetiştirilmeden kaynaklanmaktadır! Millet diye bir şey yoktur. Bu konuda epey kalem oynatmış komünist İngiliz tarihçi Hobsbawm, geleneklerin,destanların, millî tarihlerin bile büyük çapta sentetik olduğunu, bunları siyasîlerin icad ettiklerini söyler.
Hobsbawm’ın “Geleneğin İcadı” kavramına şöyle girebiliriz:
“ [Geleneğin İcadı] görece yeni bir tarihî bidat olan ‘millet’ ve millete bağlı fenomenler, yani milliyetçilik, millet devleti, millî semboller, millî tarihler ve saire için de son derece geçerlidir. Tuhaf fakat anlaşılabilir bir paradoks: Modern milletler ve onlarla gelen bütün yükler yeni olmanın tam aksini iddia ederler, yani köklerinin en uzak antikitede bulunduğunu ve yapaylığın tam zıddı, son derece’tabii’ insan toplulukları olduklarını öne sürerler, öyle ki, kendi mevcudiyetlerinin dışında bir tarife ihtiyaçları yoktur.‘”[2]
Hobsbawm’a göre de millî destanları, kahramanlık hikâyelerini, bazen bütün bir tarihi siyasîler uydurur. Bunların tamamı sentetiktir; bunlar kullanılarak inşa edilen milletler de yapaydır. Bu düşünceler son zamanlarda yine Ak Parti çevrelerinden ifade edilegelen, Yunanlılara karşı bir savaş yapmadığımız, Ege’deki şehitliklerin uydurma olduğu, bütün bunların Ankara Hükümeti’ne meşruiyet kazandırmak için uydurulduğu iddialarıyla paralellik gösterir:
“AKP Ordu Milletvekili İhsan Şener: Şimdi bu süreçle ilgili başka şeyler de var. Belki bunlar tartışılacak ama mesela Yunan tarihinde bir Ege Savaşı yok. Bunu biliyor musunuz? Yunan tarihinde Ege’de Türklerle bir savaş yok. Bizim tarihimizin en önemli savaşlarından biri Yunanlılara karşı verilmiş olan savaştır. Biz milli güvenlik akademisinde oralardaki şehitlikleri dolaştık. Bütün şehitlikler temsili. Bunlar çok önemli, anlayış olarak bir yere gelmek istiyorum. Burada Ankara Hükümeti’nin meşruiyetiyle bazı şeyler yapılmış süreç içinde bazı şeyler…”[3]
Siyasî ümmetçi tarafa yakın bazı akademisyenlerimizin ve Türkiye’nin bugünkü iktidar düşünce kuruluşlarının millet konusunda bütünüyle Marksistlerin paralelinde davrandıklarını gözlemliyoruz. Muhtemelen genelde felsefelerindeki millet ve milliyet aleyhtarlığı, özelde de Türk milletinden ve onun millet devletinden pek hoşlanmamaları ve Marksist sosyoloji hocalarınca yetiştirilmiş olmaları bu “sonradan kazanılmış hikmet”leri, dolayısıyla çarpıcı ölçüde Marksist paralelliği sağlamaktadır.
Buradaki önemli nokta, millet teorileri konusunda Marksistlerin ve siyasî ümmetçilerin âdeta Lizenko-Vavilov olayındaki tutumlarını aynen sürdürmeleri, tabiat-yetişme ikiliğinde oylarını yine ve bütünüyle yetişme tarafında kullanmalarıdır. Onların kendilerinden menkul sosyalistbilimlerine, göre:
- Yazlık buğdayı soğukta bırakırsanız kışlık buğday olur.
- Köpeği tabiatın içine salarsanız kurt olur, çakal olur[4].
- Bir insan topluluğuna kapitalist ve emperyalistler hükmederse onlar milliyetçi olur.
- Bir halka hakikati gösterir, üzerlerinden kapitalizmin kötü etkilerini kaldırırsanız onlar millet olmaktan vazgeçer, iyi sosyalist vatandaşlar veya iyi İslâm devleti vatandaşları haline gelirler.
Meselâ Ak Parti MKYK üyesi Yasin Aktay’ın söylemi şöyledir[5]:
“Millet mi diyorsun? Al sana millet! Sonuçta milletin ne olduğu, siyasilerin kararı ile içeriği doldurulan bir şeydir. Milletin içeriği, muhtevası, tanımı o siyasiler tarafından yapılmış sonuçta. Sana demişler ki,’Sen Türksün’. Ne demek Türklük?”
Türkiye’de Batıcı ve sol entelektüeller, kendilerini Promete sanıp memlekete bilim ve modernitenin ateşini taşımak iddiasında oldukları için sosyal bilimlerin kendine has yapısını ya görmezden gelir yahut da bu yapının sadece işlerine gelen taraflarını alırlar. Çünkü belli bir hedefleri vardır. Bu hedef uğruna tereddütsüz konuşmak gerekir ki tesirli olsunlar; bilim titizliği davaya zarar verir. Hâlbuki sosyal bilimler fen bilimleri gibi tek gerçekli değildir[6].Fen bilimlerinde derin farklarla bir birinden ayrılan ekoller artık yoktur. İdeolojilerin etkisi neredeyse silinmiştir. Hâlbuki sosyal bilimlerde birbirine taban tabana zıt iddialar, birinin ak dediğine öbürünün kara dediği ekoller ve bol bol ideoloji mevcuttur.
Hayali cemaat ne demek?
Bu devrimci tutumun gadrine uğrayan bir sosyal bilimci de Benedict Anderson’dur. Anderson bir eserine, “Hayal edilen cemaatler“[7]adını koydu. Bu başlığın sesi “millet yoktur, millet yapaydır” diyen Marksistlerin, genel olarak solcuların ve Türkiye’ye has Marksist kökenli liberallerle[8] siyasî ümmetçilerin o kadar hoşuna gitti ki Anderson’un tıpkı kendileri gibi düşündüğü zehabına kapıldılar. Bu zannediş şüphesiz bir cins empresyonist entelektüelliğin, okumadan anladığını sanmanın sonucudur. Halbuki Anderson’un tezi temelde, Gellner tarzı bir modernite-millet mekanizmasıydı. Ona göre iletişimin, özellikle matbaa ve gazetenin yükselmesi bir milletin mensuplarının kendi benzerliklerinin, başkalarından farklarının şuuruna varmalarını sağlamaktaydı. Bu şuur insanlarda bir cemaate mensup oldukları hissini, aynı cemaate ait olma tasavvurunu, hayalini yaratıyordu ki bu milliyetçilikti.
Anderson, bu yanlış anlamanın farkındadır ve şöyleyazmaktadır[9]:
“Aslında, yüz yüze temasın bulunduğu en eski köyler hariç (belki bunlar bile) bütün topluluklar hayalîdir. Topluluklar gerçeklik/ sahteliklerine göre değil, bu hayal etme üslubunun nasıl gerçekleştiğine göre sınıflandırılmalıdır.”
Gerçekten Marks’ın proleter sınıfı da ümmet de akşam kahvede oturup birlikte çay içmiş cemaatler değildir; hepsi hayal edilen cemaatlerdir. Ancak tarih, proleterya sınıfını bir tek Marksistlerin hayal ettiğini gösteriyor.
Önümüzdeki yazılarda millet ve milliyetçiliğin teşekkülünde tabiat- yetişme ikilisinden tabiatı ele alacağım. İsterseniz insan genetiğini veya fıtratını diyebilirsiniz: İhmal edilen bileşeni…
[1]İngilizce’de tabiat-yetişme ikilemi “nature – nurture” kelimeleriyle aliterasyonluifade ediliyor. Türkçede böyle bir yapı var mıydı bilmiyorum.
[2] http://en.wikipedia.org/wiki/Invented_tradition(23 Nisan 2015)
[3] 28 Kasım 2011, TBMM İnsan HaklarıKomisyonu zabıtları.
[4] Batılı entellektüellerin Stalinöncesi saf komünistliklerinin bir örneği olan büyük yazar Jack London’un,”Vahşetin Çağrısı” eserinde sevgili bir köpek sahibini kaybedince tabiata dönüpkurt olmaktadır! Bu sefer değişim bir nesil bile beklemeden şip-şak meydanagelivermiştir.
[5] http://www.zaman.com.tr/gundem_ak-partili-aktay-turk-diye-bir-irk-yok_2175401.html (23 Nisan 2015)
[6] Kuhn’un paradigmaları vedevrimlerini kabul eden ihtiraz kaydıyla
[7] BenedictAnderson, “Imagined communities: reflections onthe origin and spread of nationalism” (Revisedand extended. ed.). London: Verso, 1991.
[8] Mesela bakınız Mustafa Erdoğan, “Uluslar ise hiçbir yerde verili gerçeklikler olmayıpdevletlerce şu veya bu ölçüde inşa edilmiş kolektif kimliklerdir. “,
http://mobil.zaman.com.tr/yorum_yorum-prof-dr-mustafa-erdogan-kurt-sorunu-ve-siyaset_576283.html
(15Ağustos 2007)
[9] Benedict Anderson, “ImaginedCommunities: Reflections on the Origin and Spread of Nationalism”, Verso 1991.