Millet Bir, Birse Lisan

70

 Millet mefhum ve kavramının ırka dayanmadığı bir gerçek. Millet, aynı doğuşta olanlarla, aynı doğuşta olmayanların, aynı oluşta birlik ve beraberlik teşkil etmelerinden meydana gelmiştir.

Kuru bir kalabalık, rastgele bir karışım değil, müşterek, ortak noktalarda bir ve beraber olmuş insanların kader birliği yaptığı, şuurlu bir toplumdur.

 Başka bir ifadeyle, her biri, ayrı telden çalan cemiyet / karışım değil; aynı gaye ve hedefte kenetlenmiş, bilinçli bir cemaat / terkiptir. Gerçi, din bir ise, millet birdir. Üstelik, dil de bir ise millet, haydi haydi birdir.

Kaldı ki, Türkiye’de yüzde doksan sekiz herkes müslümandır. Bu vasıf ve niteliğimizle din; birlik ve beraberliğimizin en büyük ve en hayati teminatıdır. Varlık ve birliğimizin, ikinci hayati garantisi ise, müşterek lisanımız olan Türkçe’dir.

Dil o kadar önemlidir ki, bir insanın milliyetini, konuştuğu dil tayin eder. Nitekim bir Sahabi’nin  “Arap kimdir, ey Allah’ın Resulü?” sorusuna Hz. Muhammed’in: “Arapça konuşandır.” ( Hasan Basri Pehlivan, Dil Davası, Ortadoğu, 7 Nisan 1996) diye cevap vermesi, buna en güzel ve büyük bir delildir.

Türkiye’de, Türkçe ortak dildir ve Türkçe’yi bilmeyen yok gibidir. Bazı kırsal kesimlerde, bilmeyen varsa bile, gittikçe bu durum yok olmaya yüz tutmaktadır.

Radyo ve televizyonların, yurt sathının en ücra köşelerine kadar yayılması bu imkanı sağlamış. Bilhassa her tarafta ilkokulların mevcudiyeti, cefakar öğretmenlerimizin büyük gayretleri, bu neticeyi -hüküm çoğunluğa göredir- temin etmiştir.

Vaziyet ve durum bu merkezdeyken, bazı yörelere, mahalli dilden yayın yapmak arzusu dile getiriliyor. Samimi fakat yersiz, o nispette çok tehlikeli sonuçlar doğuracak ve hatta dönüşü zor adımlar atılmak isteniyor. Böylece halkın doğruları göreceğinden bahsediliyor.

Halbuki yöre halkı, ne terörün içinde, ne de yanındadır. Olanlardan en büyük zararı kendisi görmekte ve bir an önce bitmesini dilemekte; evine barkına kavuşmayı beklemektedir.

Halkın başına bu yersiz, lüzumsuz bunalımı açarak, onları; yerinden yurdundan olmalarına sebep olarak, huzursuz bırakanlar ise Türkçe’yi bilmeyen değil, aksine çok iyi bilen kimseler. İkaz ve uyarıya ise halk değil, halk adına ve halka rağmen terörden medet umanlar ve bu yolla sonuç alabileceklerini sananlar muhtaçtır. Ki onlar da  -yukarıda belirttiğim üzere- Türkçe’yi gayet iyi bilen ve konuşan bir kısım aydınlarımızdır.

 Ben inanıyorum ki, er geç bu kardeşlerimiz de, Batı’nın iki yüzlü oyununa geldiklerini fark edecekler. Batı’nın rağmına bu yanlış yoldan dönecekler, hakiki kardeşlerinin -dün olduğu gibi- bugün de Türkler olduğunu anlayacaklardır.

 Konumuza dönecek olursak, Türkçe, Arapça ve Farsça menşeli / kaynaklı Türkçe kelimelerin; zamanla mahallileşmesinden meydana gelen yöresel dildeki kelimelerin aslı, bugünkü Türkçemizde zaten vardır.

 Hem, her milletin müşterek dilini; o milletin kültür lisanını en iyi ifade eden ve kültür merkezi niteliğinde olan şehirler temsil eder.

Nasıl ki, İngilizce’yi Londra İngilizcesi, Fransızca’yı Paris Fransızcası, Arabça’yı Mekke Arabça’sı en fasih ve beliğ bir tarzda telaffuz ve ifade ediyorsa, Türkçe de en güzel şekilde telaffuz ve ifadesini, ancak İstanbul Türkçesi’nde bulmaktadır.

Demek ki, birlik ve beraberliğimiz, ortak dilimiz olan Türkçe’nin, özellikle klasik İstanbul Türkçesi’nin etrafında kenetlenmekten geçmektedir.

Yoksa, niyet ne olursa olsun, Türkçe’nin dışında yapılacak yayınlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temeline konmuş saatli birer bombadan farksızdır.

 Çünkü bu adım zamanla, Türk vatandaşlarının birbirini anlamasını zayıflatacak, zorlaştıracak. Giderek, birbirinden kopmasına zemin hazırlamak gibi vahim bir sonucu doğuracak.

Böylece, Türkiye’ye karşı “Parçala, böl ve yut!” politikası güdenlerin ekmeğine yağ sürmüş olacak.

Unutmayalım ki, taviz; önce taviz vereni yok eder.

 Velhasıl:

                    Millet bir, birse lisan.
                    Devlet bir, birse lisan.
                    Millet de yok, Devlet de yok!
                    Aramızdan, bir giderse lisan.

Önceki İçerik30 Ağustos Zafer Bayramının Düşündürdükleri
Sonraki İçerikBu Gün Bayram
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.