Meyvelerin Altın Olması İçin

30

Adını koyup tanımlayamadığım bir sistem var ülkemizde. Bu yapıya ne bürokratik ne oligarşik yönetim şekli diyebilirim. Belki en yakın tanımlama “bürokratik oligarşi”. Hem Batı’da hem kendi tarihimizde bir örneği yok böyle bir yönetim yapılanmasının.

Devlet, niye en büyük işverendir ülkemizde? İnsanlar, niye “devlete bir kapak atsam başka bir şey istemem.” özlemi içindedirler? Devlet yönetimi içinde yer alanlar her türlü eza cefaya rağmen niye istifa etmezler? Bürokraside yer alan insanlar niçin bir süre sonra kokuşmuşluk yaşarlar ve bir üst makama geçmek için her türlü entrikaya başvururlar? Hizmet süresini doldurup emekliliği hak edenler niçin bu haklarını kullanmak için yaş haddini beklerler?

Daha pek çok soru zihnimi meşgul ediyor.

Bir zamanlar, Çin’de bir adam aç ve bitkin düşer, dayanamayıp bir armut çalar.
Adamı yakalayıp cezalandırılmak üzere imparatorun karşısına çıkarlar. Hırsız, imparatora şöyle der: “Değerli efendim, çok açtım, dayanamadım çaldım ve yedim. Eğer beni affedersiniz size paha biçilemez bir armağanım olacak.” İmparator dudak büker: “Senin gibi birinde paha biçilemez ne olabilir ki?” Hırsız, avucunun içindeki armut çekirdeğini uzatır: “Bu çekirdeği ekerseniz bir gün içinde altın meyveler veren bir ağacın yeşerdiğini göreceksiniz.” İmparator kahkaha atarak: “Ek o zaman, altın meyveleri görünce affederim seni.” der. Yoksul adam: “Haşmetlim bu tohumu ben ekemem çünkü ben bir hırsızım. Bu tohumu ancak ömründe hiç çalmamış, başkalarına hiç haksızlık yapmamış, yalan söylememiş biri ekebilir. Tohum o zaman gücünü gösterir, aksi takdirde onu ekeni zehirler, tarif edilemez acılarla öldürür. Sultanım, bu tohumu ancak siz ekebilirsiniz.” İmparator irkilir, suratını asar, bir süre düşünür, sonra hırçın bir sesle: “Ben imparatorum bahçıvan değil, o tohumu başbakana ver, eksin de altın meyveleri görelim.” der. Yoksul adam, tohumu başbakana uzatınca başbakan telaş içerisinde imparatora dönüp itiraz eder: “Ben ekim biçim işlerinde çok beceriksizim efendim, sihirli tohumu ziyan ederim. Bence bu tohumu hazinedar başı eksin.” hazinedar başı da bir bahane bulup görevi başkasına devreder. Orada bulunan herkes sudan sebeplerle tohum ekme görevinden kaçınır. İmparator, doğan sessizliğin içerisinde bir süre düşünür, başı önünde başbakana, hazinedara ve bütün görevlilere dik dik bakar ve “Hadi bakalım, tohumun nasıl altın meyve verdiğini hep birlikte gördük, hırsız bahçıvanı sevindirelim.” der. Cebinden bir altın çıkarıp yoksul adamın tutması için atar. Herkes ceplerinden sessiz sedasız birer altın çıkarıp adama verir. İmparator gülerek: “Bas git buradan be adam, bugünlük bu ders hepimize yeter.” der.

Devletin bir biriminde denetçi sıfatıyla çalışan arkadaşım bir gün bana “Şu an devlette çalışanları üçte iki oranında azaltalım, üçte bire indirelim, devlet hem daha verimli çalışır hem devletin üzerinden büyük bir yük kalkar.” demişti. Ben de “bunu yapmak zor mu?” diye sorunca bana devletin sosyal devlet olma niteliğinden, ana yasanın bazı ilkelerinden, siyasi rantın yaşayabilmesinden, personel kanunundan söz etmişti. Ben de devlet ve millet adına üzülmüş, biraz da etkisiz yetkililere öfkelenmiştim. Etkili yetkililerin de bu millete ihanet ettiklerini düşünmüştüm.

En büyük yanlışlık, devletin işveren olarak görülmesi. Devlet, bir hizmet kurumudur. Millet adına, millete hizmet eder. Milletin hakkını korur, kendisi hak yemez. Siyasi güçtür, ancak rant sahası değildir.

Öykücükte anlatıldığı gibi devlette görev alanları hırsız olarak görmek doğru mudur? Elbette hayır, belki biraz evet. Doğrudan çalmanın dışında da pek çok hırsızlık şeklinin olduğunu söyleyebiliriz.

Devlet işine girişte torpil kullananlar, sizce ahlaklı bir iş yapmış olurlar mı? Liyakatten önce sadakati tercih eden siyasiler, bu hırsızlığa çanak tutmuş olmuyorlar mı? Aynı işi daha iyi yapacak biri varken tanıdık birini tercih etmek, kim ne derse desin, hakkaniyet adına bir hırsızlıktır.

Etkili bir noktada bulunan bürokratların, buradaki kamusal gücünü şahsi menfaatleri için kullandıklarına hep şahit oluyoruz. Hak edilmemiş kazançlar, birer hırsızlık değil midir?

“Salla başı, al maaşı” anlayışıyla kendine yer edinen, sicil amirine dalkavukluk yaparak layık olmadığı mevkileri işgal edenler, bu milletin hem ümidini ve zamanını çalıyor hem de aynı ortamdaki mesai arkadaşlarına haksızlık ediyorlar. Bu da bir hırsızlıktır.

Adam, yirmi beş hizmet yılını doldurmuş. Yaş haddine on beş yıl var. Emekli olup da ne yapayım diye düşünüyor. Ürettiği hiçbir hizmet yok. Günün orta vaktinde işe gidip erkenden evine dönüyor. İş yerinde çay içip kitap okuduğunu söylüyor. Aynı zamanda devletin tahsis ettiği lojmanda oturuyor, kendi evinden de kira alıyor. Sizce bu tablo normal mi? Burada hak gaspı yok mu?

Hele, üst düzey yönetimde bulunanların kendi maaşlarının dışında yönetim kurulu üyeliği ve başkanlığı gibi sıfatlarla fazla maaş almalarını ben bir türlü anlayamamış ve kabullenememişimdir. Emekli maaşlarındaki uçurumu kendime bir türlü izah edememişimdir. Sonuçta hepimiz bu ülkede yaşıyor, zeytini bakkaldan aynı fiyata alıyoruz. Bu ayrıcalıklara bir de devletin sosyal tesislerinden yararlanma hakkını da katarsanız aynı iklimi soluyan, ayni milli duygularla beslenen kişiler olarak vicdanları kanatırsınız, duyguları köreltirsiniz. Vatan için ölenlerle vatan için şarkı söyleyenler ayrışmasına izin verilmemelidir.

Bürokrasi, “bir toplumda tabandan yukarıya çıktıkça daralan bir yapı içinde örgütlenmiş olan; kişisel olmayan genel kurallar ve işleyiş ilkelerine göre çalışan sistem ve kurallar grubudur” diye tanımlanır. Ancak bizde bürokrasi, aynı zamanda imtiyazlılar sistemidir. Oligarşi ise, küçük ve ayrıcalıklı bir grubun iktidarda olduğu yönetim şeklidir. Kurulu siyasi düzen, seçim sistemi, ister istemez oligarşik yapıyı doğurmaktadır. Ortaya çıkan “bürokratik oligarşi” adlı gömlek, bu millete uymamıştır. Menfaat, makam sevgisi, güç elde etme ihtirası; insanları yalancı, hırsız, sahtekâr, yalaka, dalkavuk yapmıştır. Bu bereketli toprağı zehirlemiş, iklimi bozmuştur. Kendi eleştirilerinin tersini yapan münafıklar üretmiştir. Yaşanan haksız kazançlar veya uğradığı haksızlık öfkesi insanları birbirine düşman yapmıştır.

Kim ne derse desin, bürokraside ortalık toz duman. Oligarşi, önce kendine çekidüzen vermeli sonra bürokrasiye el atmalı. Gömleğimize dikilen oligark düğmesi bize yakışmaz.

Öykücükteki hırsızın verdiği tohumu ekecek temiz insanlara acilen ihtiyaç var. O zaman meyveler altın olur.