Mevt ve Ölüm

48

    “Mevt / Ölüm de hayât gibi mahlûk / yaratılmıştır. Hem bir nimettir.” diye anlatılıyor. Halbuki zâhiren  görünüşte mevt / ölüm; inhilal / çözülüp dağılmadır. Adem / yokluktur. Tefessüh / bozulmak ve çürümektir. Hayatın sönmesidir. Lezzetlerin yıkıcısıdır.

     Nimet oluşuna gelince denilmiştir ki: Mevt / ölüm; hayat vazifesi / hayât görevinden bir terhis, bir paydostur. Bir mekân / yer değiştirmedir. Vücudun değişikliğe mâruz kalmasıdır.

     Bâkî / ebedî ve dâimî olacak hayâta bir dâvettir. Bir mebde / başlangıçtır. Bâkî / devamlı bir hayâta atılan ilk adımdır.

     Nasıl ki, hayâtın dünyada başlaması; bir halk / yaratma ve takdir iledir. Hayâtın dünya’dan gitmesi de, yine bir halk / yaratma, takdir, hikmet / bir gaye ve tedbir / gelecek ve istikbal hesaba katıldığı içindir.

     Elbette yer altına girmiş bir çekirdeğin; hava âleminde bir ağaç olması gibi, yer altına giren bir insan da, berzah / kabir âleminde; şüphesiz gelecekteki bâkî hayâtının sünbül ve başağı olacaktır. Tıpkı, en basit hayât tabakası olan nebatî / bitkisel hayatın mevti / ölümünün; hayâttan daha muntazam bir sanat eseri olduğu gibi. Zira meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti / ölümü; tefessüh / çürümek ve dağılmak şeklinde göründüğü halde; aynı zamanda gayet muntazam kimyevî  muamele ve ölçülü maddî karışımlar ve hikmetli, zerre ile alâkalı teşekküllerden ibaret olan bir yoğrulmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümleri; zamanı gelince, sünbül ve başakların gelişip, gittikçe büyüyen hâlleriyle kendini gösterecektir.

     Demek çekirdeğin mevti, sünbül / başak ve tohumların bir süre sonra, görülecek olan hayâtlarının mebdei / başlangıcıdır. Belki de hayâtlarının aynı hükmünde; ölümleri de, hayâtları kadar mahlûk / yaratılmış olup, üstelik muntazam bir şekikde cereyan etmektedir.

     Hem canlı meyvelerin yahut hayvanların, insan midesinde ölümleri; insan hayâtına çıkmalarına sebep olduğundan -o mevt, onların hayâtından daha plânlı ve muntazam olduğu için- ölümün de mahlûk / yaratılmış olduğu kabul edilir..

     İşte en aşağı hayât tabakası olan nebât / bitki hayâtının mevti, böyle mahlûk / yaratılmış, hikmetli ve intizamlı olursa; hayât tabakasının en yükseği olan insan hayâtının başına gelen mevt / ölüm; elbette yer altına girmiş bir çekirdeğin; hava âleminde bir ağaç olması gibi, yer altına giren bir insan da, berzah / kabir âleminde, elbette bâkî bir hayatın çekirdeği olacaktır.

     Ölüm’ün ise, bir nimet olduğunun çok cihet ve yönleri vardır.

     Nitekim ağırlaşmış olan hayât vazife ve yükümlülüklerinden uzaklaştırıp, yüzde doksandokuz ahbâb ve sevdiklerimize kavuşmak için, berzah / kabir âlemi bir visal / kavuşma kapısı olduğundan, ölüm en büyük bir nimettir. Çünkü:

     Dar, sıkıntılı, dadağalı, zelzeleli dünya zindanından çıkarıp, vüs’atli / geniş, sürurlu / sevinçli, ızdırapsız, bâkî bir hayâta mazhar etmekte. Böylece Bâkî Mahbub / Sevgili  Yüce Allah’ın rahmet dairesine sokmaktadır.

     İhtiyarlık gibi, hayât şartlarını ağırlaştıran bir çok sebepler vardır ki, ölümü; hayâtın pek üstünde bir nimet olarak gösterir. Meselâ: Bizlere ızdırap veren, pek ihtiyar  babalarımız ve analarımız ile beraber; ceddimizin cedleri; o düşük sefaletli hâlleriyle, şimdi karşımızda bulunsalardı;

     Hayât’ın ne kadar büyük bir külfet,

     Mevt / Ölüm’ün ise, ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlamış olurduk.

     Hem meselâ. Güzel çiçeklerin âşıkları olan güzel sineklerin; kışın şiddetli meşakkatli ortamı içinde hayâtta kaldıkları takdirde, hayâtları ne kadar zahmet ve ölümleri ne kadar rahmet olduğu anlaşılır.

     Uyku, özellikle musibete uğrayanlar, yaralılar, hastalar için, nasıl ki bir rahat, bir rahmet, bir istirahattir. Uykunun büyük kardeşi olan Ölüm de, musibetlere uğrayanlara ve intihara sevkeden belâlarla karşılaşanlar için, nimet ve rahmetten başka bir şey değildir.

     Fakat dalâlet ve sapıklık içinde olanlar için ölüm;   

     Hayat gibi, azâp içinde azâptır.

Önceki İçerikDefolu Sözler
Sonraki İçerikUmutsuz Anlarda Doğar Atatürk
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.