Mevsimin Adı, Sonbahar…

117

Mevsimlerin en hüzünlüsüdür! Renklendir desen bu mevsimi; ona en yakışanı sarısıyla, kırmızının her türüdür…”

Hazan mevsimine adını verir, sararmış rüyaları anlatır sonbahar! En çok da bu mevsimde hatırlanır duygu dolu solgun anılar! Ama ne hatırlanırsa hatırlansın; çoğu acıyla anılır, son demde kalmış nice sevgiler, nice aşklar…

Vedanın sesidir yankılanan kulaklarda!

Nice ayrılıklar kalır giden yılların ardında.  Hayat dersin, dört mevsim dersin, ilk nefesten sonra bakışlarla, duyuşlarla, dokunuşlarla, tadışlarla yaşarsın her ne olduysa…

Rengârenk hisler sarar her yanını yumak, yumak. Her yumak ayrı bir sevgi, ayrı bir acı sunar kucak, kucak. Sanırsın ki, her duygu ayrı bir güzel, ayrı bir sıcak. Ama o duyguların rengi de bu mevsimde soluktur. Yakınlaşırlar sanırsın, uzakta kalırlar çok uzak…

Ağaçların dili olur, gövdesine dolanan ilk rüzgâr.  Kalbin derinliklerinde saklanır o aşk dolu bakışlar. Bedenini bir ürperti sarar! Anıların canlanır, bir anda gözlerin parıldar. Ama çok geçmeden solar, sararıp dökülürler yaprak, yaprak…

Bu mevsimde veda eder yaşamın her rengi. Önce yeşili gider, sonrasında mavisi… Kirpikleri ıslatır sevdanın ilk hecesi, sonrasında ise ruhuna saplı kalır vedanın o sapsarı gölgesi…

Baharın ilki bitmiş, yazın sıcağı da gitmiştir artık. Rüzgârın ıslığıdır onu ilk anlatan. Renklerinin sarısıdır, her yanımızı saran. Sonrasında yağmurun sesi gelir… Aslında yaprak yağmuruyla başlar, toprağın kokusuyla yayılır, ardında nice ayrılıklar kalır, ömrümüzle biter sonbahar…

Mevsimlerin en hüzünlüsüdür! Renklendir desen bu mevsimi; ona en yakışanı sarısıyla, kırmızının her türüdür…

Aylar önce uzayan günün aydınlığına sevinirken bizler… Uzayan gecelerin hüznü kaplar içimizi. Hüzzam makamına döner günün coşkusu şimdi.

Acının bir başka adıymışçasına sonbahar, takvimlerden söker alır nice sevinç çığlıklarını, gömer suskun yüreklere…

Özellikle ülkemizin son döneminde yaşanan onca gerçeğini acımasızca çarpar yüzümüze…

Bir bakarsınız doğanın feryadına ses verir kırlangıçlar; bir sonraki bahar yerinde bulamayacağı yeşilin acısını anlatır feryat figan…

Sert bir sonbahar rüzgârının acılı uğultusu duyulur! Ormanın yok olan/edilen feryadıdır bu duyulan! Neden, neden beni kestiniz, yaktınız, yok ettiniz? Dercesine kızgın ve çaresiz…

Yazlıkçıların kapatıp gittiği kimi evlerin verandalarından ‘tekirin’, ‘sarmanın’ miyavlaması, mırıltıları gelir, yalnızlıklarını anlatırlar; yoksul ve terk edilmiş!  Sonrasında onlara eşlik eder, sokağa bırakılan ‘çomarın’, ‘maçonun’ acılı havlamaları…

Leylekler, Çulluklar çoktan güneyin sıcağına kanat çırpmışlardır artık… Geride sadece çalı, çırpıyla bezeli yuvaları, bir de meraklı çığlıklarıdır kalan! Ya sonraki yıl, onlara kucak açan sulak alanları, yuvaları döndüklerinde olmazsa diyerek?

Ve…

Bizlerin, ülkemizin son döneminde yaşadığı onca olaya da eşlik eder sonbahar. Dedim ya, hazan mevsimidir o, hep acıları anlatır!

Yurdumuzun çevresini savaşın ateşi sarmış! Hayata tutunmak adına milyonlarca Suriyeli göçmen; ülkemizin çeşitli illerine dağılmış! Özgürlüklerinin bedeli ağır olmuş, binlercesinin hayatı Ege’nin serin sularında sonlanmış!

Kumsalın ıssızında yatan Aylan bebeğin cansız bedeni, vatanları yakılıp, yıkılan o insanların simgesi olmuş, dünyanın vicdanına kazınmıştır sanırsın. Yerküre hatırlar ama çoğu ülkenin vicdanı dahi hatırlamaz!

Bitmeyen terör belasının acıları da yansır bu mevsime. Şehitlerimizin acısı sarmıştır her yanımızı. Yürekleri dağlanmış anaların duyulur acılı feryatları…

Babaların omuzları çökük, dudaklarında ‘vatan sağ olsun’ sözleri… Bir daha dönmeyecekler ki o yiğitler, sonsuzluğa çıktıkları yoldan geri… Eşlerin, sevgililerin, evlatların, umutları, hepsi yok olup gitmiştir, kaybolmuştur sevdaları. Sadece yüreklerimize asılı kalmıştır geride kalan hatıraları…

Ülkemde mevsim sonbahar; aylardan Eylül olmuş, Ekim olmuş ne fark eder? Sonbahar yağmurlarına eşlik eder acının gözyaşları…

Nedense, çoğu kez bu mevsimde giderler sevenler, sevilenler… Ama her defasında bu renk armonisinin hüznüyle, sonbaharın o hüzzamlı sesiyle veda ederler.

 

 

Önceki İçerikSiz Olsanız Ne Yapardınız?
Sonraki İçerikİstanbul-Vahideddin-Anadolu (1)
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.