Mevlânâ’nın Mesnevîsi (7)

114

Ayrıca İnsan; Rabbin özel bir vergisi olduğu açık iken, bu ihsan ve verişin şükrünü yerine getirmezse, böyle bir nimet için bundan daha büyük bir inkâr olabilir mi?

İnkâr edici olanlar, inatlarından dolayı derler ki: İnsan diğer mahlûklardan daha akıllı daha saygıdeğer olarak yaratılmış ise, ne için hâllerinde büyük intizamsızlık görünür.

Meselâ insanlarda hırsızlık, öldürme, sarhoşluk ve yalancılık gibi fenalıklar bulunur. İnsana yapılan bu dokundurma ve taşlamalara cevap vermek kolaydır:

Her şeyden önce unutulmasın ki, insanların şekilden ibaret olan, genele ve âlemlerin intizamına nispeten çok az olan intizamsızlıkları; şerefli şeriat ve din lisanında cüz’î irade / azıcık istenç tâbir olunan ihtiyar / istek ve seçiş gibi, Rabbin verdiği nimetlerin kadr, kıymet ve değerini arttırmak, yükseltmek; dolayısıyla gerçek ve kuşatıcı bir intizamı sonuçlandırmak içindir.

Verilen bu cüz’î ihtiyar / azıcık isteme ve seçme gücü vasıtası / aracılığı iledir ki, insanlar değerlidirler. Makbul tavırlarıyla Allahın rızasını kazanmak gibi, bir büyük nimete ulaşırlar. Her cihet ve yönden mutlu ve isteğine kavuşmuş olurlar.

Denir ise, keşke bu cüz’î ihtiyar / bu azıcık istek kabiliyeti insanda olmamış olsaydı; ta ki kusur etmeye mecali olmaya.

Biz bu keşke ve ne olurdu’yu uygun göremeyiz. Buna ortak olamayız. Çünkü iradesiz ve istek sahibi olmayan insan; gerçekten fenalık edemezdi. Cansız maddeler de kötülük edemez. Bunun içindir ki şeref ve meziyetten mahrumdurlar / üstünlükle nitelenemezler.

Bundan dolayı istek ve seçme kabiliyeti olmayan insan; cansız maddelerden farksız olurdu. Ya da hayvan gibi önemsizleşirdi. Görevini yerine getiremezdi. Kulluk gibi lezzetlerden mahrum ve yoksun olurdu. Liyakatsiz kalırdı. Çünkü isteme kabiliyetinden yoksun olanlar için, görev yapmış olmanın lezzeti (s. 23) mümkün ve olası değildir.

Bir misâl getirelim: Bir efendinin iki hizmetçisi olsa. Hizmetçinin biri, demirden yapılıp çıkamayacak bir odada hapsedilmiş olsa. Diğeri, hür ve nereye gitmek isterse serbest bulunsa. Efendileri, güzelce kullanmak emriyle, bunlardan herbirinin önüne meselâ onar bin lira koysa. Bir süre sonra bu iki hizmetçisine dönüp baktığında. Hapsedilmiş olan hizmetçi; efendisinin bıraktığı yerde on bin lirayı gösterebilir. Fakat bunun için övülmez, aferin alamaz.

Çünkü bulunduğu hapislik hâli, o paranın sarf ve israfına engeldi. O hizmetçi doğruluk ve sadıklık eseri olarak içsel hiçbir lezzet bulamaz. “Ben efendimin akçesini / parasını israf etmedim.” diyemez. Zira sarf edemeyecek şekilde hapis durumundaydı.

Ama serbest bırakılan hizmetçiye sorulunca, “İşte hizmetçinize teslim ettiğiniz parayı israf etmedim. Korudum. Güzelce kullandıktan başka bir de, isteğim doğrultusunda çalıştım. Parayı çoğalttım.” dese, hem efendisinin pekçok sevgisini kazanmış, hem de görevini güzelce yerine getirmek gibi büyük bir lezzete ulaşmış olur.

Seçme ve cüz’î irade / tercih istenci / isteği maddesi; misâl getirdiğimiz serbest hizmetçinin hâl ve nimeti gibidir. Ki, mutluluğu artırdığından gerçekte intizamın ta kendisidir. Lüzumlu ve gerekli İlâhî bir vergidir.

Nitekim ancak istediğini yapma hürriyeti / özgürlüğü hasebiyledir ki, uygunsuz insanların intizamsızlığı görünür. Fakat itaatli olan kullar; Halıklarının / Yaratıcılarının emri üzerine hareket edebileceklerinden ve fena olanlar ceza göreceklerinden; iddia olunan intizamsızlık ve düzensizlik hiç hükmünde kalır.

(Abidin Paşa’nın (1843 – 1908) “Terceme ve Şerh-i Mesnevî-i Şerif” adlı eserinden sadeleştirilerek alınmıştır.)

 

 

Önceki İçerikBabalar ve Çocuklar
Sonraki İçerikMevlânâ’nın Mesnevîsi (8)
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.