Ayrıca İnsan; Rabbin özel bir vergisi olduğu açık iken, bu ihsan ve verişin şükrünü yerine getirmezse, böyle bir nimet için bundan daha büyük bir inkâr olabilir mi?
İnkâr edici olanlar, inatlarından dolayı derler ki: İnsan diğer mahlûklardan daha akıllı daha saygıdeğer olarak yaratılmış ise, ne için hâllerinde büyük intizamsızlık görünür.
Meselâ insanlarda hırsızlık, öldürme, sarhoşluk ve yalancılık gibi fenalıklar bulunur. İnsana yapılan bu dokundurma ve taşlamalara cevap vermek kolaydır:
Her şeyden önce unutulmasın ki, insanların şekilden ibaret olan, genele ve âlemlerin intizamına nispeten çok az olan intizamsızlıkları; şerefli şeriat ve din lisanında cüz’î irade / azıcık istenç tâbir olunan ihtiyar / istek ve seçiş gibi, Rabbin verdiği nimetlerin kadr, kıymet ve değerini arttırmak, yükseltmek; dolayısıyla gerçek ve kuşatıcı bir intizamı sonuçlandırmak içindir.
Verilen bu cüz’î ihtiyar / azıcık isteme ve seçme gücü vasıtası / aracılığı iledir ki, insanlar değerlidirler. Makbul tavırlarıyla Allahın rızasını kazanmak gibi, bir büyük nimete ulaşırlar. Her cihet ve yönden mutlu ve isteğine kavuşmuş olurlar.
Denir ise, keşke bu cüz’î ihtiyar / bu azıcık istek kabiliyeti insanda olmamış olsaydı; ta ki kusur etmeye mecali olmaya.
Biz bu keşke ve ne olurdu’yu uygun göremeyiz. Buna ortak olamayız. Çünkü iradesiz ve istek sahibi olmayan insan; gerçekten fenalık edemezdi. Cansız maddeler de kötülük edemez. Bunun içindir ki şeref ve meziyetten mahrumdurlar / üstünlükle nitelenemezler.
Bundan dolayı istek ve seçme kabiliyeti olmayan insan; cansız maddelerden farksız olurdu. Ya da hayvan gibi önemsizleşirdi. Görevini yerine getiremezdi. Kulluk gibi lezzetlerden mahrum ve yoksun olurdu. Liyakatsiz kalırdı. Çünkü isteme kabiliyetinden yoksun olanlar için, görev yapmış olmanın lezzeti (s. 23) mümkün ve olası değildir.
Bir misâl getirelim: Bir efendinin iki hizmetçisi olsa. Hizmetçinin biri, demirden yapılıp çıkamayacak bir odada hapsedilmiş olsa. Diğeri, hür ve nereye gitmek isterse serbest bulunsa. Efendileri, güzelce kullanmak emriyle, bunlardan herbirinin önüne meselâ onar bin lira koysa. Bir süre sonra bu iki hizmetçisine dönüp baktığında. Hapsedilmiş olan hizmetçi; efendisinin bıraktığı yerde on bin lirayı gösterebilir. Fakat bunun için övülmez, aferin alamaz.
Çünkü bulunduğu hapislik hâli, o paranın sarf ve israfına engeldi. O hizmetçi doğruluk ve sadıklık eseri olarak içsel hiçbir lezzet bulamaz. “Ben efendimin akçesini / parasını israf etmedim.” diyemez. Zira sarf edemeyecek şekilde hapis durumundaydı.
Ama serbest bırakılan hizmetçiye sorulunca, “İşte hizmetçinize teslim ettiğiniz parayı israf etmedim. Korudum. Güzelce kullandıktan başka bir de, isteğim doğrultusunda çalıştım. Parayı çoğalttım.” dese, hem efendisinin pekçok sevgisini kazanmış, hem de görevini güzelce yerine getirmek gibi büyük bir lezzete ulaşmış olur.
Seçme ve cüz’î irade / tercih istenci / isteği maddesi; misâl getirdiğimiz serbest hizmetçinin hâl ve nimeti gibidir. Ki, mutluluğu artırdığından gerçekte intizamın ta kendisidir. Lüzumlu ve gerekli İlâhî bir vergidir.
Nitekim ancak istediğini yapma hürriyeti / özgürlüğü hasebiyledir ki, uygunsuz insanların intizamsızlığı görünür. Fakat itaatli olan kullar; Halıklarının / Yaratıcılarının emri üzerine hareket edebileceklerinden ve fena olanlar ceza göreceklerinden; iddia olunan intizamsızlık ve düzensizlik hiç hükmünde kalır.
(Abidin Paşa’nın (1843 – 1908) “Terceme ve Şerh-i Mesnevî-i Şerif” adlı eserinden sadeleştirilerek alınmıştır.)