Mevlânâ’nın Mesnevîsi (20)

102

Mesnevî

Ten zi-can ve can zi-ten mestûr nîst

Lîk kes-râ dîd-i can destûr nîst

Çeviri: Beden candan ve can bedenden gizli değildir. Fakat cânı görmeğe kimseye izin yoktur.

Açıklaması: İnsanın bedeni görünür olduğu açıktır. Bunun gibi, rûh’un eserleri olan akıl ve zekâ ve sevgi ve konuşma ve safâ ve nice cihanı / dünyayı süsleyen feyiz ve tecellî oluşlar da açıkça kendini gösterir.

Fakat rûh’u aynen görmek mümkün ve olası değildir. Çünkü rûh / cân; gözle görülmez. Cisim ve maddeden sıyrılmış ve uzak; Rabbanî bir emir / iştir. Ol deyince olan, akıl ermez. Zâtına / kendisine yol bulunmaz bir sırdır.

Meselâ / örneğin güneşi her gün görürüz. Varlığında asla şüphemiz yoksa da, bir gerçek var ki, kendisini meydana getirenlerin mahiyet ve içyüzünü ve içindeki durumlarını bilmiyoruz. Yani maddî görünüşünü sağlayan faile / yapana, onu bu şekilde karşımıza çıkaran asıl faktöre akıl sır erdiremiyoruz. Terkiplerini bilemediğimizden vücudunu inkâr edecek olsak, ondan büyük körlük olamaz. (Çünkü birşeyin mahiyetini bilmemek; o şeyin varlığının inkârını gerektirmez.)

Her kim ki güneşi tamamiyle görmek ham emel ve hayali ile çokça yüzüne bakar ise kör olur. Bunun gibi ruhun hakikatine de zihnî / zihinsel hayâller ile idrâk, fehm ve anlamak için, bu işin üstüne fazla düşer ise bakın ne olur: Cismen kör olur. Anadan doğma kör gibi olur. Ve mânen sersem ve alık olur. Ve zarar görücü olur.

(Bütün bunlar gösteriyor ki yaratılan; Yaratanı kuşatamaz / algılayamaz / idrâk ve derk edemez / anlayamaz. Bunu havsalası almaz, alamaz. Allah’dan olan rûh da böyledir. Ona da yol yoktur. Tıpkı Elektriği çıplak telde göremediğimiz, ona dokunamadığımız gibi. Çünkü hemen çarpar. Buna fırsat vermez. Âdeta haddini aştın diyerek hayatımızla oynar. Bir bakıma Balığın suyu göremediği gibi. Göremeyişi etrafında sudan başka birşey olmamasındandır. Nitekim Yaratan’ın görülmeyişi de, zuhurunun şiddetindendir. Allah’dan olan Ruh’un da mahiyetine yol bulamadığımız gibi.

(Demek ki, mahiyet başka, varlığın kendisi daha başka bir şey. Madde, mânanın tecellî yeri. Fakat mekânı değil. Işığı dünyada görülen Güneş’in mekânı dünya olmadığı gibi. O, orda değil. Ordan görünür. O değil fakat O’ndan. “Heme ost.” değil. “Heme ez ost.” Yani herşey o değil. Lâkin herşey O’ndan. Kısaca demek lâzımsa:

“İdrâk-i maalî bu küçük akla gerekmez

Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.”

(Yani bu yüksek fikirleri, bu küçük akıl idrâk edip algılayamaz. Çünkü bu akıl terazisi öyle ağırlıkları tartamaz. Tartmaya kalkıştığı takdirde, tartma kabiliyeti bozulur, ortadan kalkar. Fonksiyonunu yitirir.)

MESNEVÎ

Ateşest in bang-i nâyi nîst bad

Her ki în âteş nedared nîst bad

Çeviri: Bu Ney’in sesi ateşdir. Yel değildir. Her kim bu ateşi tutmaz (s. 41) ise, yani bu ateşe sahip değil ise yok olsun.

(Abidin Paşa’nın (1843 – 1908) yazdığı, “Terceme ve Şerh-i Mesnevî-i Şerîf” adlı eserinden sadeleştirilerek alınmıştır.)

 

 

Önceki İçerikNiçin Meral Akşener’i Destekliyorum?
Sonraki İçerikBaşiskele’de Millî Mücadele – 7
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.