Mesnevî
Ten zi-can ve can zi-ten mestûr nîst
Lîk kes-râ dîd-i can destûr nîst
Çeviri: Beden candan ve can bedenden gizli değildir. Fakat cânı görmeğe kimseye izin yoktur.
Açıklaması: İnsanın bedeni görünür olduğu açıktır. Bunun gibi, rûh’un eserleri olan akıl ve zekâ ve sevgi ve konuşma ve safâ ve nice cihanı / dünyayı süsleyen feyiz ve tecellî oluşlar da açıkça kendini gösterir.
Fakat rûh’u aynen görmek mümkün ve olası değildir. Çünkü rûh / cân; gözle görülmez. Cisim ve maddeden sıyrılmış ve uzak; Rabbanî bir emir / iştir. Ol deyince olan, akıl ermez. Zâtına / kendisine yol bulunmaz bir sırdır.
Meselâ / örneğin güneşi her gün görürüz. Varlığında asla şüphemiz yoksa da, bir gerçek var ki, kendisini meydana getirenlerin mahiyet ve içyüzünü ve içindeki durumlarını bilmiyoruz. Yani maddî görünüşünü sağlayan faile / yapana, onu bu şekilde karşımıza çıkaran asıl faktöre akıl sır erdiremiyoruz. Terkiplerini bilemediğimizden vücudunu inkâr edecek olsak, ondan büyük körlük olamaz. (Çünkü birşeyin mahiyetini bilmemek; o şeyin varlığının inkârını gerektirmez.)
Her kim ki güneşi tamamiyle görmek ham emel ve hayali ile çokça yüzüne bakar ise kör olur. Bunun gibi ruhun hakikatine de zihnî / zihinsel hayâller ile idrâk, fehm ve anlamak için, bu işin üstüne fazla düşer ise bakın ne olur: Cismen kör olur. Anadan doğma kör gibi olur. Ve mânen sersem ve alık olur. Ve zarar görücü olur.
(Bütün bunlar gösteriyor ki yaratılan; Yaratanı kuşatamaz / algılayamaz / idrâk ve derk edemez / anlayamaz. Bunu havsalası almaz, alamaz. Allah’dan olan rûh da böyledir. Ona da yol yoktur. Tıpkı Elektriği çıplak telde göremediğimiz, ona dokunamadığımız gibi. Çünkü hemen çarpar. Buna fırsat vermez. Âdeta haddini aştın diyerek hayatımızla oynar. Bir bakıma Balığın suyu göremediği gibi. Göremeyişi etrafında sudan başka birşey olmamasındandır. Nitekim Yaratan’ın görülmeyişi de, zuhurunun şiddetindendir. Allah’dan olan Ruh’un da mahiyetine yol bulamadığımız gibi.
(Demek ki, mahiyet başka, varlığın kendisi daha başka bir şey. Madde, mânanın tecellî yeri. Fakat mekânı değil. Işığı dünyada görülen Güneş’in mekânı dünya olmadığı gibi. O, orda değil. Ordan görünür. O değil fakat O’ndan. “Heme ost.” değil. “Heme ez ost.” Yani herşey o değil. Lâkin herşey O’ndan. Kısaca demek lâzımsa:
“İdrâk-i maalî bu küçük akla gerekmez
Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.”
(Yani bu yüksek fikirleri, bu küçük akıl idrâk edip algılayamaz. Çünkü bu akıl terazisi öyle ağırlıkları tartamaz. Tartmaya kalkıştığı takdirde, tartma kabiliyeti bozulur, ortadan kalkar. Fonksiyonunu yitirir.)
MESNEVÎ
Ateşest in bang-i nâyi nîst bad
Her ki în âteş nedared nîst bad
Çeviri: Bu Ney’in sesi ateşdir. Yel değildir. Her kim bu ateşi tutmaz (s. 41) ise, yani bu ateşe sahip değil ise yok olsun.
(Abidin Paşa’nın (1843 – 1908) yazdığı, “Terceme ve Şerh-i Mesnevî-i Şerîf” adlı eserinden sadeleştirilerek alınmıştır.)