Kendisi (Volter) Berlin’de Büyük Frederik’in yanında bulunduğu sırada ve ondan sonra Allah’ın var ve bir olduğunu ispat ve kanıtlamak için, uzun uzadıya yazdığı kitaplar, diğer yazdığı eserler arasında hâlâ dikkatle okunmaktadır.
İnkârcılara Bir Örnek
Yaratılıştan akıllı ve zekî bir insan varsayalım, ki yirmibeş yaşına varıncaya kadar karanlık bir yerde kapanıp dünyayı görmemiş ve yalnız yanında olan diğer bir adamdan konuşmayı ve yazıp okumayı öğrenmiş olsun.
Karanlıkta büyümüş akıllı insanı, ilkbahar mevsiminde güzel bir yere çıkaralım da, bir taraftan şua saçan Güneş’i, diğer taraftan yeşillenmiş kokular saçan alanı ve bol meyvalı ağaçları ve çıkıp köpüre köpüre akan berrak suları görsün. Çeşitli güzel kokuları hissedip koklasın.
Bülbüllerin ve diğer kuşların tatlı ve hazin nağmelerini işitsin. Sonra gezdiği yerlerde birçok hayvanların coşkuyla oynayıp birbirlerine yabancılık çekmediklerini görsün.
O sırada tam bir nazla harman olan son derece güzel yüzlü bir insana baksın. O bakışın güzellik arttıran gülümsemesi ve gönül alan bakışının verdiği tatlı his ve duyguları hissederek; kalb ve aklı yerinden oynamış olsun.
Ondan sonra güzel yemekler, meyvalar yesin. Susayınca tatlı su gibi (s. 35) su bulup içsin. Günü böyle zevk ve safalar içinde geçirdikten sonra, gece olunca bir taraftan milyonlarca parlak yıldızları diğer taraftan hüzünlü / üzüntülü bir şekilde endamını gösteren ışık saçan ay’ı görsün.
Hepsini seyrederken çok üzüntü verici ve âşık eden bir ses işitsin. Sonra tam bir rahat ve lezzetle uyusun. Ertesi günü bir filozoflar meclisinde bulunup, onların konuşmalarındaki hikmetli ve düşündürücü sözleri dinlesin.
Ondan sonra çok anlamlı bir kitabı eline alıp okusun. Özetle böyle hâllerden duygulanmışken uğursuz bir inkârcıya rastlayarak: “Dün ve dün gece ve bugün yeni çıktığım bu dünyada gördüğüm varlıkların sahibi ve Yaratanı kimdir?” diye sorsun. İnkâr eden cevaben / yanıt olarak dese ki:
“Hayır, her ne görüp işittin ve her ne ki yedin ve içtin ise Yaratansız bir şekilde kendi kendine oldu!”
Bu şaşırtıcı ifade üzerine, dünyaya yeni çıkan adam, o inkârcıyı yalancı bir yaratık sayar. Bununla beraber yine sorsa ki: “Ya benim şimdi okuduğum kitabın yazarı kimdir?”
İnkârcı cevaben / yanıt olarak ve sözüne şunu ekleyerek: “O kitabın yazarını yazar iken görmediğimden yazarı olmadığı anlaşılır. Bundan ötürü vaktiyle yel esip bir yerde bulunan bazı harfler rüzgârın şiddetle esmesinden yazarsız, tertip eden / düzenleyen olmaksızın, matbaa / basılacak yer bulunmaksızın kendiliklerinden karıştı; bu kitap tesadüfen / rastgele ve doğal bir surette yazıldı!”
Deyince Kâinatın / Evrenin Yaratıcısız yapıldığını iddia eden / savlayan ve inkâr eden inkârcının bu ikinci ifadesinden, dünyaya yeni çıkan adam daha çok şaşmaz mı? Fakat inançsızın yalnız yalancı değil; deli olduğuna da hükmetmez mi? Yani bu hükmünde asla kararsızlık göstermez.
Bu âcizane / güç yetirmezliğimin bir göstergesi olan makalemin / yazımın sonunda ruhaniyet ve belâgat ruhunun sonuncusu, hikmet ve sırlar kaynağı olan Şanı Yüce Kur’an’dan yedi âyet-i kerîmeyi uğur sayarak sözlerime ekliyor; Allah’ın birliğini ispat ve ruhaniyet için, gökler ve arz’ı âdil iki şahit ve tanık olarak, insanların akıl ve vicdan mahkemelerine sunuyorum.
(Abidin Paşa’nın (1843 – 1908) “Terceme ve Şerh-i Mesnevî-i Şerîf” adlı eserinden sadeleştirilerek alınmıştır.)