Kölelik müessesesi kalkalı çok oldu. Artık köleliğin kitapta, kanunda yeri yok. Fakat ne yazık ki, kitaptan, kanundan kaldırdığımız köleliği hayattan kaldıramadık. Belki de bu insanın yaradılışında var olan bir şey. Kime ne için olursa olsun, bazı insanlar itaat etmekten hoşlanırlar. Bunlar tıp ki eşya gibidirler. Kendiliklerinden hiçbir reaksiyon göstermezler. Bagaj gibi, insanların emri ile bir yerden bir yere taşınırlar, gideler, gelirler. Bu türlü yaratıklara acınır. Çünkü ellerinden bir şey gelmez. Allah onları öyle yaratmıştır. Bir de bir bakıma bu tip insanlara benzeyen bir bakıma bunlardan apayrı bir cins insan daha vardır ki biz bu yazımızda onların üzerinde duracağız. Halk arasında “Hem uyuz hem kuduz” denilen kendilerinden şiddetle nefret edilen insan tipi işte bu tiptir. Bunlar kendilerinden bir santim büyük kimselerden o kadar korkarlar ki amirlerinin, üstlerinin karşısında adeta yerle bir olurlar. Buna karşılık kendilerinden bir santim küçük olanları da karşılarında yok olmuş görmek isterler. Bile bile çiğnettikleri varlıklarını ayaklandırıp kırılan izzet-i nefislerini kurtarmak için başkalarını çiğnerler. Böylece hem gururlarını tatmin etmek isterler hem de ellerine verilen geçici salâhiyetlerini bir intikam aleti olarak kullanırlar. Bunları yaparken de millî, vatanî vazifelerini yaptıklarını sanırlar. Kendilerini ve etrafındakileri buna inandırmaya çalışırlar. Bunlar her nasılsa kendilerine vazife icabı itaatle mükellef olan fakat kendilerinden her bakımdan kat kat üstün insanları ezmekten her yerde küçük düşürmekten sonsuz bir zevk alırlar. Kendi varlıklarını başkalarının yokluğundan, kendi kuvvelerini başkalarının aczinden bulur ve sevinirler. Bu zavallılar, kendi kendilerine yokturlar. Ancak, başkaları sayesinde elde ettikleri üç-beş kuruşluk bir sandalye, bir rütbe sayesinde vardırlar.
Leş kargaları nasıl leşle geçinirlerse, nasıl leş onların başlıca gıdası ise, bunların da gıdası kin, intikam ve düşmanlıktır. Düşmanlıkları hiçbir zaman pişmanlık haline gelmez. Onlarda o ruh, o vicdan yoktur. Vicdan azabı gibi bütün büyük kaynaktan, o sonsuz ummandan mahrumdurlar. Nasipleri yoktur. Cimri ve kısır ruhlarında Allah’nın zengin ve engin af ve mağfiret deryasına doğru bir hamle, bir açılış ve akış görülmez. Kuvvetlilerin karşısında köpek, zayıfların karşısında aslan kesilirler. Ne söylediklerini kendileri de bilmezler. Devamlı homurdanır dururlar. Küçük bir muvaffakiyetten, sağlarındaki sollarındaki parlayan birkaç yıldızdan sonsuz bir gurur duyarlar. İçleri içlerine sığmaz. Hükmetmeye başlarlar. Kendi kendilerine sorarlar; “Ben kimim ben?” Benlikleri dünya kadar büyür. Sağa sola kuduz köpekler gibi saldırırlar. Kendilerinden bir rütbe yukarısı gelince bu ham ervahlar, bu balonlar sönüverirler. Birden soldan bir çarkla hepten hiçe geçerler. Pabuçları dama atılır. Ortalıkta görünmez olurlar. Bunlar sinsi, pinti mahluklardır. Elleri açık değildir. Sözleri açık değildir. Kalpleri, kafaları açık değildir. Açık olan bir tarafları vardır; Ağızları… Ağızlarından pislik akar. Küfrü, sövüp saymayı bir nevi kahramanlık, kabadayılık sanırlar. Zordan hoşlanmayan, zorla zapt edilemeyen bir şey varsa o da insan kalbidir. İnsan kalbi, toprak gibi zorla fethedilemez. Onlar bunu bilmezler. Zorla ellerindeki salâhiyetle ve tehditle iş görmeye, otorite kurmaya çalışırlar ve sonunda gülünç hale düşerler. Bu tür adamlardan her türlü fenalık gelebilir. Bunlar edepsizlerden namussuzlardan da beterdir. Namussuzun, alçağın, hırsızın bir yüzü vardır. Biz onu biliriz ve ona göre hareket ederiz. Fakat bunların bir değil bin yüzü vardır. Allah yüzsüzlerle çok yüzlülerden bu milleti korusun.
Nefsin sana padişah, sen de onun kuluysan, kurtulamasın kölelikten, gerçek padişah da olsan….