Dün Meşrutiyet, bugün Cumhuriyet ve Demokrasi denilen; Hakk’ın gösterdiği İlâhî Yola en yakın bir rejim ve idare tarzımız var. Kanun-u Esasî / Anayasa denen, bir ana yol göstericimiz de var. İçeriğinde adalet var. Meşveret, Şura ve İstişare yani danışma, konuşma ve anlaşma yollarının göstergeleri var. Kanunda kuvvetin toplanması var. İşte bütün bunların arkasında; hakikî, asıl Mâlik, Muhteşem Unvan Sahibi biri var. Yani Hz. Allah.Ki o Zât; müessir / etkili ve tam bir adalet sahibidir. İşte o Zâtın gösterdiği yolda ve istediği şekilde yol aldığımız takdirde:
O Zât, dayanak noktamız olur.
Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Demokrasiyi esas, sağlam bir temele dayandırmış oluruz.
Aramızdaki vehim ve şüphe sahiplerinin; şaşkınlık içinde tehlike ve uçuruma doğru yuvarlanmasını önlemiş oluruz.
Bu takdirde o Zât; istikbal / gelecek ve âhiretimize kefil olur.
Umumun / genelin menfaat ve yararına olan Allah’ın hak ve hukuklarını izinsiz olarak tasarruftan kendimizi kurtarmış oluruz.
Millî hayatımızı; gösterdiği müspet çerçeve içine aldığımız takdirde; milliyetimizi ve onun icap ettirdiklerini de muhafaza altına almış oluruz.
Bütün zihinleri manyetizmalandıran / tesir ve telkin altında bulunduran ecnebî ve yabancılara karşı; metanet, mükemmellik ve mevcudiyetimizi gösterip harekete geçirerek, varlığımızı o Zât; kanatları altına alır.
Bizleri dünya ve ahirete ait muaheze ve kınamalardan uzak tutar.
Maksat ve neticede hepimizin birlik ve beraberliğini tesis eder / kurar.
O ittihat ve birliğin ruhu olan efkârı âmmeyi / kamuoyunu uyandırır. Çürük medeniyetin fenalık ve kötülüklerinin; hürriyet ve medeniyet alanımıza girmesini yasaklar.
Bizleri Avrupa dilenciliğinden kurtarır.
Geri kaldığımız uzun terakkî / ilerleme ve yükseliş mesafesini; mucizelik sırrıyla, tayyettirip, katettirerek kısa zamanda yol aldırır.
Arap, Turan / Türk Dünyası, İran ve Sâmileri / Çeşitli Ortadoğu Kavimlerini tevhid edip birleştirerek, az zamanda bize bir büyük kıymet verdirir.
Hükümetin şahsı manevisini / manevî şahsını Müslüman gösterir.
Kanunu Esasî / Anayasa’nın ruhunu korumakla; bizleri yeminimizden dönmekten alıkor.
Menfî Avrupa’nın eski bozuk zan, sanı ve sapık görüşlerini tekzip edip yalanlar.
Hz. Muhammed’in Hatemi Enbiya / Peygamberlerin Sonuncusu ve Şeriat’in / Din’in ebedî olduğunu tasdik ettirir.
Medeniyet yıkıcısı olan dinsizliğe karşı set çeker.
Fikir aykırılıkları ve görüş dağınıklıklarının karanlığını; nurlu / aydınlık yüzü ile ortadan kaldırır.
Tüm âlimleri, vaizleri birleştirip; milletin saadetine, hükümetin icraatına; meşru Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Demokrasiye hizmetkâr eder.
Adaletinin ruhu ve özü merhametli olduğundan; gayri müslim unsurları daha ziyade uzlaştırır, rapteder / devlete bağlar.
En korkak ve sıradan bir adamı; en cesur, en has adam gibi hakikî terakkî hissiyle, fedakârlık ve vatan sevgisiyle hislendirir, duygulandırır.
Medeniyet yıkıcı olan sefahat, israfat ve zarurî olmayan ihtiyaçlardan bizi halâs eder / kurtarır.
Ahireti muhafaza etmekle beraber; dünyayı imar, mamur ve bayındır etmekle sa’ye / çalışmaya dinamizm, sevinç ve sürur verir.
Medeniyetin hayatı olan güzel ahlâk ve ulvî hislerin düstur, prensip ve ilkelerini öğretir.
Hüsnüniyete binaen amellerimizi ibadete çevirir.
İki milyarlık Müslümanın manevî hayatına suikast yapmaktan ve cinayet işlemiş olmaktan bizi korur.
İşte bütün bunları o Parlak İslâm Unvanı’yla göstersek, hükümlerimize -ey milletvekilleri özellikle sizler- kaynak edinsek; acaba bunca faydaları ile beraber ne gibi bir şey kaybederiz?