Medine’ye Varamayanlara ve Gül Kokusu Duyamayanlara…

87

Adına yaşamak dediğin bu soytarılığı tek celsede boşamak ve esarete başkaldırmak içindir bu damarlarımdaki kanı azat edişim.  Artık yalnız ve yanlış yaşıyorum. Artık her savaşın tellalı, her hainin cellâdı ve her kancık pusunun mirasçısıyım. Birer birer kazıyarak zamandan ve mekândan kemirgenleri, leş yiyicileri ve sürüngenleri ve sabahlara kadar geviş getirenleri; usu usul yıkılırken saltanatlar ve yer yarıldığında ve dürüldüğünde güneş, savrulduğunda dağlar, titreyişleriniz kalacak geriye sadece. Bir de feryadınız, çaresizliğiniz, çığlıklarınız ve korkulu suratlarınız. Ay ikiye, Kızıldeniz on ikiye bölündüğünde de ve bir sayha ile donup kaldığınızda da böyleydiniz siz.

Artık yalnız ve yanlış yaşıyorum. Kendi kendime, başıma buyruk ve sadece O’na kullukla yaşıyorum. Doymayan midelerinizden, dolmayan para keselerinizden ve azgınlığına gem vuramadığınız şehvetlerinizden, yıllar var ki biz babadan böyle gördük masallarıyla yetimi, öksüzü, yoksulu ve hastayı itelemelerinizden; gelgelelim dramatik sahneler içeren canlı yayınlarda, Timsah FM’de -dünyanın en duygusal kanalı- zerk edilen gözyaşı geçit törenlerinden tiksiniyorum artık.  İçki masalarında Atatürk, ihale pazarlıklarında Peygamber seviciliğinden, özgürlüğü açıklık; dindarlığı kapalılık derecesinde kutsamanın akılsızlığından ve yeryüzünde sadece yoksulun, yetimin ve öksüzün horlanmasından ve bu paraya ayarlı hassas düzenekli milyarlarca kimsesizler ordusu yaratan bu küresel çarkıfelekten nefret ediyorum.

Başkaldırıyorum… Artık başımı kaldırıyorum… 

Ey İbrahim! Devirdiğin putlar, Nemrutlar ve müşrik güruhlar; kimine uzay çağı kimine ahir zaman deminde marka marka, renk renk ve maske maske içimize sızıp muvahhid ruhlarımızı yakıyor. Milletinden bazıları Küresel Nemrutların zulüm maşası ve taşeron firması gibi dünyevi ayak işlerini yürütüyor.  Ey İbrahim! Nerdesin? Ateş, içine girecek yürek; dünya, kendinden kaçacak mümin arıyor.

Ey Nebi! Hani tamamlamak için gönderildiğin güzel ahlakın nerede? Sen ki yetimdin ve en çok yetimleri severdin, kollardın. Sen ki gariptin; en çok gariplere yardım ederdin ve İslam’ı garip, garibi de İslam’ın mihmandarı eyleyerek gariplere müjdeler getirdin. Sen ki doyurduğun yoksuldan daha ihtiyaç sahibiydin de hep şefkatinle mütebessim ve cömertliğinle en zengindin.

Müminlere karşı merhametli; ama zalimlere karşı şiddetli Ömer, iki günü birbirine eşit olmayacak kadar çalışkan; ama en çok sevdiklerinden infak edecek kadar Ebu Bekir nerede? Açık sınırının altında milyonlarca insan çalıştıranlar, Yaradan’ın “Mülk Allah’ındır.” ikazını sakal-başörtüsü cihadı aşkıyla kamufle edip milyon dolarlık malikanelerde ve arabalarda hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için didişenler ve yiyişenler, vicdani mastürbasyon adına her Ramazan iftar çadırlarında reklam yapanlar ve caka satanlar… Kaç yetimin başını okşadınız? Kaç yoksulu doyurdunuz ve kaç çıplak giydirdiniz?

Zekâtlarınızla, sadakalarınızla ve en çok Allah’a yakın olmak arzunuzla ve bir gün mutlaka O’na döndürüleceğinizin imanıyla kaç garip sofrasında aynı tastan en bereketli çorbalara ekmek bandırıp, yoksulluğu bölüştünüz.

Ey İman Edenler! İman ediniz. Fakirin zenginde, kısanın uzunda ve mazlumun zalimde olan hakkına iman ediniz. Din gününe ve mülkün sahibine, mülk verdiklerinin imtihanına ve azabına; vermediklerinin sabrına ve mükâfatına iman ediniz. Ramazan çadırlarında nefsinizin şıkırdamaları riyakârlığında ayağınıza çağırarak değil, yoksulu kenar mahallelerde, döküntü meskenlerde ve sokaklarda, banklarda ve Allah için seviniz; doyurunuz ve giydiriniz…

Ey Medine’ye varamayanlara ve gül kokusu duyamayanlar! İşte yetimler, yoksullar, garipler ve işte onların taranmamış saçları, endişeli yüzleri, virane gönülleri…  Mekke ve Medine sevdalıları! Otobüsün kalkıyor….