Gece Bekçileri:
Aslında onlar mahallerin ‘Bekçi Babalarıydılar’… Bundan 60 yıl
öncesinin İstanbul sokakları ve diğer büyük illerin sokakları, gün batımından
sonra onlara emanetti. Ellerinde taşıdıkları düdüğü her üflediklerinde; bizler
evlerimizde biraz daha rahatlar, gecenin karanlığı, ıssızlığı ve her tür
tehlikesi onların varlığı ile adeta yok olurdu.
Emniyet teşkilatına bağlı olarak çalışan bu güzel insanlar,
1980’lerden sonra sokaklarımızda görünmez oldular. Çünkü onlar sabit
karakolların kadrolarına verildiler. 90’lı yıllardan itibaren de emniyet
teşkilatının kadrosundan çıkarıldılar…
Hallaçlar:
O yıllarda sırtlarında taşıdıkları yay şeklindeki kalın bir dal
parçasının iki ucuna gerilmiş teli olan, ellerinde taşıdıkları labut gibi bir
tahta parçası ile İstanbul’da mahalleler aralarında dolaşan, çoğu Karadeniz
yöresinden gelen ‘Hallaç’ ustaları vardı.
Bu ustalar çağrıldıkları evin holünde, ya da uygun bir bölümünde,
o yay şeklindeki dal parçasını özellikle yaz aylarında evlerdeki yatak ve
yorganların içerisinden çıkarılan pamuk ve yün yığınlarına sokarak, labut
şeklindeki tahta parçası ile tele devamlı vururlar; pamuk ve yün yığınlarını
ayrıştırarak havalandırırlardı.
Daha sonra evin hanımı havalandırılan yün, ya da pamuk yığınlarını,
tekrardan yatak ve yorganlara doldurur; bunlar yeni alınmış gibi kabarık,
havaleli yeni bir görünüm kazanırdı…
Gazoz Kapakları:
60’lı yıllarda çocukların en sevdiği oyuncaklardan birisi de
yuvarlak metal kenarları tırtıllı gazoz kapaklarıydı. O yıllarda özellikle
bakkallar ve çay bahçelerinin önü, yazlık sinema bahçeleri, çocuklar için
ganimet denecek ölçüde çok atık gazoz kapağının olduğu noktalardı. Bu kapaklar,
çocuklar arasında oynanan yutma-yutulma olarak adlandırılan değiş-tokuş
oyunlarında kullanılırdı. O dönemde en az bulunan kapak, değeri en yüksek
olandı. Ankara, Olimpos, Yedigün, Çırçır, Çamlıca gazozları o dönemin efsanevi
tatlarıydı…
Ağlayan Çocuk:
O dönemde pek çok mekânda, evlerimizin misafir odalarında,
Otobüslerin, kamyonların arka, ya da varsa yan arka camlarında; ressamı belli
olmayan 4-5 yaşlarında, mavi gözlü, gözlerinden yaşlar süzülen, kumral,
kocakafalı, toramanca, boynuna kırmızı bir kaşkol bağlamış ve palto giymiş bir
erkek çocuğu resmi vardı!
Görenlerde bir acıma duygusu uyandıran bu portreyi; uzun yol
şoförleri, evlatlarına olan özlemi biraz olsun dindirmek için astıkları
düşünülmekle birlikte; pek çok yaşam mekânına böylesi bir fotoğrafın neden
asıldığı konusu, hala bir muamma olarak ortada kalmıştır!
Teneke Çöp Kutuları:
60’lı yıllarda, evlerdeki çöpler, atıklar günümüzde olduğu gibi
siyah çöp poşetlerine konularak, çöp konteynerlerine atılmazdı.
Çünkü ne böyle bir uygulama, ne de bu tür malzemeler vardı. Bunun
yerine mutfaklarda lavabo altlarında duran, bakkallardan temin edilen
dikdörtgen peynir, ya da zeytin tenekeleri kullanılırdı.
Bu çöp kutularının iki yanında açılmış deliklere geçirilmiş kalınca
bir tel bulunur, çöp kamyonunun geçeceği saat yaklaşınca, bu kovalar; evin
önüne indirilerek, kapıların önüne dizilen diğer çöp kutularının yanına
konurdu.
Çok iyi hatırlıyorum, özellikle yaz aylarında karpuz, kavun
kabuklarının atılması nedeniyle dipleri pas tutan bu tenekeler; tam çöp
atılırken lehim yerlerinden açılarak bütün çöpler yere saçılırdı. Hem gayrı
sıhhi ve hem de hiç hoş olmayan iğrenç manzaralar oluşurdu!
Kurnalar:
Eskiden evlerin banyolarında bugünkü gibi duşa kabin ya da
jakuziler yoktu! Onların yerine banyolarda genellikle yekpare mermerden
oyulmuş orta boyda kurnalar bulunurdu. Bu kurnaların oyuk olan hazne kısımları,
yaklaşık 10-12 litre su alırdı. Yıkanacak şahıs, kurnanın yanına küçük bir
tabureye oturur, musluktan hazneyi sıcak su ile doldurur ve hamam tası (çoğu
kalaylı) adı verilen bakır, ya da plastik kaplar yardımıyla, kurnadan aldığı
suyu üzerine boca ederek, yıkanma işlemini gerçekleştirirdi. O dönemin
hamamları da çok ünlüydü. Bunlar arasında Kadırga Hamamı, Çemberlitaş Hamamı,
Beyoğlu Ağa Hamamı ismen öne çıkanlarıydı…
Yelekli Takım Elbiseler:
60’lardan, 80’li yıllara kadar erkek takım elbiselerinin değişmeyen
ayrıntılarından biri de, ceketlerin içine giyilen ve takım elbiselerinin aynı
cins kumaşlarından dikilen yeleklerdi. Ben de 1968 yılında Samsun’da görev
yaparken, böylesi bir takım elbise yaptırmış ve o dönemin modasına uymuştum. Bu
yeleklerin sırtları ceket astarından yapılır ve iki yanında da cepleri olurdu.
Bu ceplere sigara, çakmak ve köstekli saat konulurdu. 80’li yılların modasıyla
birlikte bu yelekler de modanın dışında kaldı. Tek, tük bu tip yelekleri
giyenlere de; ‘hacıağa’ denilirdi…
Takma Kirpikler:
Kadınlar; 60’lı yıllardan, 70’li yılların ortalarına kadar gözlerinin
üzerinde takma kirpikler taşıdılar. Çoğunlukla gece davetlerinde kadınların
peruk ve kirpik takma merakları 80’li yıllara kadar devam etmiştir. Kirpikler
siyah renkli, upuzun ve uçları kıvrık olurdu. Takma oldukları uzaktan dahi
anlaşılırdı Çok da itici olan bu kirpikler, küçücük suratlı kadınlarda
fevkalade orantısız dururdu. Bu tür kirpikleri takan kadınlar, çevreden fark
edilsinler diye sık aralıklarla gözlerini açıp kapatır, bu esnada takma
kirpiklerinden birisi yere düşer ve çevresindeki insanlar bu takma kirpiği
bulmak için o kadının etrafında pervane olurlardı. Bu durum aslında o
kirpikleri takarak, şuh bir görüntüye kavuştuğunu sanan kadınların, karizmasının
da yere düşmesiydi!
Station (Steyşın) Ambulanslar:
1960 ve 1970’lerdeki, ambulanslar çoğunlukla Station vagon
otomobillerden oluşurdu. Hepsi beyaz renkli olan bu araçların kapılarının
üzerinde ve dış tavanlarında kırmızı renkli büyükçe bir ay resmi bulunurdu.
(Günümüzün tam donanımlı tıbbi ekipmanları olan, içinde doktorları bulunan
ambulansları düşündükçe o dönemin ambulanslarının, hasta naklinden başka ne işe
yaradığını sorgulamak gerekir diye düşünüyorum…)
Aracın tepesinde yanardöner uyarı lambaları ve canhıraş sirenleri
bulunurdu. Ambulansın arka kapısı yukarıya doğru açılarak, sedye tavanı çok
alçak olan arka bölümdeki raylar üzerinden sedye sökülüp çıkarılır ve hasta
buraya yüklenirdi. Ambulansta bulunan hemşireler, bu bölümde hastanın yanında
oturarak giderlerdi. Bu arada sedye, şoför mahalline kadar dayanırdı…
Halkalar:
O dönemde İstanbul halkı tarafından çok sevilen ve benim de
ilkokul dönemimde koluma dizdiğim, hazır yiyeceklerden olan ‘halkalar’; orta
boy bir bilezik çapında ve parmak kalınlığında olurdu.
Benim de oturduğum Kumkapı semtinde üretilen meşhur ‘Kumkapı
Simidinin’ yapıldığı fırınlarda özellikle Kadırga İlkokulu’nda geçen ilköğretim
yıllarımda, okul çıkışında tanesi 1 kuruştan aldığım o halkaların lezzeti hala
damağımdadır. Fırınlarda adet olarak satılan halkalar, kesekâğıdına doldurulur
ve özellikle çayla birlikte çok iyi giderdi.
Yolculukların da vazgeçilmez ve doyurucu pratik gıdalarından olan
halkalar daha çok; “Atikali, Aksaray, Malta, Eyüp, Beşiktaş Çarşı, 7-8
Hasan Paşa gibi Osmanlı tandanslı klasik fırınlarda üretilirdi…
Devam Edecek