Allah misilsiz /
benzersizdir. Vâcibü’l-Vücûd / yokluğu mümkün olmayandır. Maddeden mücerret /
maddeden soyutlanmıştır. Mekândan münezzeh / mekâna muhtaç değildir.. Tecezzisi
/ parçalara ayrılması ve inkısamı / kısımlara bölünmesi; her bakımdan muhal ve
imkânsızdır. Tagayyür ve tebeddülü / değişmesi mümteni olup imkânsızdır.
İhtiyaç ve aczi imkân haricindedir. Zat-ı Akdes / çok kutsal ve mübarek bir
zâttır.
Allah’ın; kâinat
safahat / safhalarında ve mevcudat / varlık tabakalarında bir kısım cilve,
zuhur ve tecellileri görünür.
Fakat ne kadar
üzücüdür ki, bazıları bunları; Zat-ı Akdes / En Kutsal Zât olan Allah diye
tevehhüm ediyor! Vehmediyor! Anlıyor! Yani yaratılanları Yaratan yerine
koyuyor! Onlara o gözle bakıyor!
Ne hazindir ki, bu
tip insanlar; Yüce Allah’ın bir kısım mahlûkatına / yaratıklarına; Ulûhiyetinin
/ İlâhlığının ahkâmını / hükümlerini mal ediyorlar!
İşte bunlar;
dalâlet ehlidir! Doğru yoldan, yâni Allahın bir ve eşsiz olduğundan gâfil kimselerdir.
İşte bu gibi
kimseler; Allah’ın eserlerini tabiata isnat ediyor, doğaya dayandırıyor!
Hâlbuki tabiat /
doğa İlâhî bir sanattır. Sâni / sanatkârâne, sanatla yaratan Allah olamaz.
Tabiat Rabbanî bir
kitaptır, Kâtip olamaz.
Bir nakıştır, Nakkaş / Nakış Ustası olamaz.
Tabiat bir
defterdir, Defterdar olamaz.
Tabiat bir
kanundur, Kudret olamaz.
Tabiat bir kabil /
kabul edicidir, Münfail / tesir ile harekete geçendir, Fâil / yapan olamaz.
Tabiat bir nizamdır,
nâzım / nizamlayan ve düzenleyen olamaz.
Tıpkı şiirin Şâir,
yazının Yazar, heykelin Heykeltıraş ve yapının Mühendis ve Mimar olmadığı gibi.
Tabiat / Doğa; bir
Şeriat-ı Fıtriye / Allahın koyduğu fıtrî / yaratılış kanunlarının maddî bir
görünüşüdür. Allah’ın isim ve sıfatlarının; taşa, toprağa bürünmüş hâlidir.
Tıpkı Yunus Emre’nin “Ete, kemiğe büründüm; Yunus diye göründüm!” misali.
Evet Tabiat, Şâri’
/ Şeriatı / maddî manevî İlâhî kanunları ve dini ortaya koyan Allah olamaz.
Farz-ı muhal /
olması imkânsızı; bir an için olur kabul ederek, en küçük zihayat / canlı bir
mahlûku; Tabiata / Doğaya havale edip / bırakıp da, Tabiata “Bunu yap!” desek;
o küçük hayat sahibi canlının âzâları, cihazat ve organları adedince kalıplar,
belki makineler bulundurmak gerekir. Ta ki Tabiat o işi görebilsin.
Oysa tabiat, yapı
taşlarından meydana getirilmiş binalar gibidir. Taşları ise Ustalar
kullanmıştır. Yani yapılan ayrı, yapan
ayrı. İkisi aynı şey değil.
Fakat Maddeciler,
her şeyin esası madde olduğunu iddia eder! Ruhaniyatı inkar eden dinsizler;
yani Maddiyyun denilen bir kısım dalâlet sahipleri; zerre ve atomlardaki
muntazam tahavvülat / düzgün değişmeler içinde; İlâhî hallâkıyetin /
yaratıcılığın ve Rabbanî kudretin en büyük cilvesini / tecellisini hissederler.
Fakat o cilve / o tezahür / o zuhurun nereden geldiğini bilmezler! Hiçbir şeye
muhtaç olmayan Samedanî kudretin / Allah’ın cilve ve zuhurundan ileri gelen;
umumî / genel kuvvetin; nereden idare edildiğini anlamazlar!
Madde ve kuvveti
ezelî / başlangıçsız vehmeder, zannederler!
Zerre ve atomlara
ve onların hareketlerine; İlahi eserlerin yapıcısı ve yaratıcısı olarak
bakarlar!
Yani zerre ve
atomları; yaratılanların yaratıcıları olarak görmeye ve göstermeye çalışırlar!
Ne gariptir ki,
insanlarda bu derece hadsiz cehalet olabiliyor!
Yüce Allah,
mekândan münezzeh ve uzaktır. Bununla beraber, her yerde, her şeyin icadında;
dahli ve rolü var. Çünkü fiil ve eserlerinde; her şeyi görecek, bilecek, idare
edecek bir tarz ve vaziyettedir. Böyle bir Yaratıcı varken; Materyalistler;
yaratıcılığı câmid / cansız, kör, şuursuz, iradesiz, mizansız / ölçüsüz ve
tesadüf fırtınaları içinde çalkanan zerre, atom ve hareketlerine veriyorlar!
Bunun ne kadar
câhilane / câhilce ve bilgisizce ve hurafekârâne / aslı esası olmayan
hurafe bir fikir olduğunu; zerre kadar
aklı bulunanların bilmesi gerek.
Nitekim evi,
yapıyı, köprüyü, han ve hamamın yapılışını; tuğla ve taşa mı veriyor? Onlar mı
yaptı diyoruz?
İnsanın yaptıklarını;
el ayak, kalb, ciğer vb. ler mi yapıyor? Yoksa onları baş gözüyle görmediğimiz;
akıl ve şuur sahibi ruh mu yaptırıyor? Elbette, bedendeki organlarda kendini
tecelli ettiren ruh yapıyor yaptırıyor.
Ruhun da
arkasında, onu da yaratan; her şeyin efendisi, yapıcısı, yaratıcısı olan
Yüceler Yücesi Ulu, Allahü Zülcelal Hazretleri var.
Evet bu herifler
mutlak vahdet içinde olan Allah’tan vazgeçmişler! Bundan dolayı da, hadsiz ve
nihayetsiz mutlak birçokluğa düşmüş! Yaratılışı tabiatta yer alan sayısız
zerre, atom ve maddelere vermişler!
Oysa harf ve
kitapların arkasında insan olduğu gibi, kelime ve cümleler de, mânâ ve
anlamlara birer libas ve kılıftan başka bir şey değil.
Yani Materyalisler
bir tek İlahı kabul etmedikleri için, nihayetsiz İlâhları kabul etmeye mecbur
kalıyorlar!
Yani bir tek Zat-ı
Akdes’in / En Kutsal Zat olan Allah’ın hassası / alâmeti ve lâzım-ı zatîsi /
Zâtına gerekli olan ezeliyetini / başlangıçsızlığını ve hâlıkiyetini /
yaratıcılığını; bozulmuş akıllarına sığıştıramadıklarından; o hadsiz,
nihayetsiz, câmid / cansız zerrelerin ezeliyetini, belki Uluhiyetini /
İlâhlığını kabul etmeye; mesleklerince mecbur oluyorlar!
İşte sen gel,
eçheliyet / en cahillik ve bilgisizliğin; nihayetsiz derecesine bak ki, Kâinat
ve Evrenin Hâlikının / Yaratanının hususiyetlerine bakışları hakkındaki dalâlet
ve sapkınlıklarını gör!