Arslan Bulut yaygın medyadaki az sayıdaki gerçek gazetecilerden biridir. Muhtelif vesilelerle özel sohbetler de yapma imkânı bulduğumuz bu arkadaşımızı hafta sonu Kocaeli Aydınlar Ocağı’nda verdiği konferansında dinledik.
Ben en çok konferans sırasında bahsi geçen Gumilev’in teorisine takıldım.
Arslan Bulut’u karamsar bir ruh halinden kurtaran, O’na umut veren en önemli konunun Gumilev adlı ünlü yazarın bir kuramı (teorisi) olduğunu algıladım. Gumilev babası Rus, annesi Kırım Tatar Türk’ü olan bir bilim adamı.
“Halkların şekillenişi, yükselişi ve düşüşü kuramı” olan “etnogenez kuramının” kurucusu L. N. Gumilev’e göre milletlerin ruhu, esas olarak, coğrafyaya, toprağa, iklime, atmosfere, kısacası biyosfere bağlıdır…
Gumilev bu kuramda, etnogenez sürecinin tüm zamanlar ve tüm mekânlar için evrensel bir yasasını ortaya koymaktadır.
Burada Gumilev (kuramın adını verirken kullandığımız halklar kelimesi yerine) etnos kavramını kullanıyor. Etnos bir dil birliği değildir. Sosyal bir olay da değildir. Irk birliği, ideoloji ve kültür birliği de değildir.
Etnos, ortak içyapıya ve kendine özgü davranış kalıplarına sahip bireyler topluğu olarak tanımlanıyor.
Gumilev, etnosların yükselişini ve çöküşünü biyosferdeki değişimlere bağlıyor, enerji direniş seviyesini koruyabilen etnosların, varlıklarını sürdürebileceklerini belirtiyor.
Arslan Bulut’un önceki yıllarda yazdığı yazılarda da bu kurama dair notlar buldum. O’na bu kuramın nasıl umut verdiğini şu cümlelerinden anlaşılıyor:
“Türk Milleti’nin manevi gücü, ABD’nin veya AB’nin plânları ile bitmez. Bu güç, sadece genetik yapıdan değil, Gumilev’in belirttiği gibi biyosferden doğar. Biyosfer, hava, su, üzerinde yaşadığımız toprağı dolayısıyla vücudumuzu meydana getiren elementler ve iklim gibi doğal ortama denir. Bu ortamı insanlar oluşturmuyor. Milletlerin varlığı manevi güçlerine, manevi güçleri de biyosfere bağlıdır. Dolayısıyla milletlerin kaderini, biyosferi yaratan Tanrı belirler.”
“Bu bakımdan olumsuz şartlar karşısında Türk Milleti’nin moralini bozmasına hiç lüzum yoktur.
Evet, çürüyen dokular vardır. Fakat çürükler, kendi kendini imha etmekle birlikte, aynı dokuların yerlerini taze hücreler almakta, milletin genlerinde mevcut bulunan güç, nesilden nesile daha etkin bir oranda ve daha belirgin bir şekilde meydana çıkmaktadır.”
“Türk Milleti’ne Tanrı tarafından verilen bu görev bitmemiştir ve dünya durdukça bitmeyecektir. Dolayısıyla ilham ve kudretini Anadolu’dan, Trakya’dan, Türk Dünyası’ndan değil, Washington’dan, Brüksel’den alanlar kaybetmeye mahkûmdur.”
Özetlersek, Anadolu coğrafyasının bize verdikleri sadece bereketli topraklar, 4 mevsimin yaşandığı iklimi, stratejik konumu, doğu ile batıyı birleştiren köprü olması değilmiş. Bunların yanında bizi kuşatarak genlerimizi etkileyen, manevi güçlerimizi belirleyen biyosferi imiş.
****
Türkiye Düz Akılla Anlaşılmaz
Türk Milleti / Türkiye’ye dair benzer bir tespiti Alev Alatlı’nın şu cümlelerinde gördüm:
“Ülkemizi ille de bir şeye benzetecekseniz, her budağından sürgü atan salkım saçak bir böğürtlen çalısına benzeteceksiniz Türkiye’yi. Bir sürgünü çiçeğe dururken, diğerinin kurumakta, ötekisinin meyve vermekte olduğunu görün. Tek bir sürgüne takılıp kalmayın, bütüne bakmayı adet edinin.
Unutmayın ki, düz akılla anlaşılmaz, pergele, cetvele gelmez, kendisine has bir kimliği vardır Türkiye’nin. Batmaz. Batarsa, okyanuslar taşar.”
Alev Alatlı’nın Gumilev’in kuramına inanıp inanmadığını bilmiyorum. Ama O’nun tarif ettiği Türkiye Gumilev’in bahsettiği kendine özgü etnoslardan biri olsa gerektir.
********************************
Bize Düşen Görev
Arslan Bulut yazılarından birinde “Türkiye’de son dönemlerde sahneye konulan oyun, Türk Milleti’nin ruhunu zapt etmeye yöneliktir. Ekonomik güce dayanıp sanat ve medyayı da kullanarak bir milletin ruhunu zapt etmek mümkün müdür? Bilimsel tespit olarak mümkün değildir. Çünkü bir milletin ruhu, sadece ekonomik güçle veya sanatla, medyayla oluşmamıştır…” demekte.
Fakat bütün ümidimizi biyosfere veya O’nu yaratan Tanrı’ya bağlayıp üzerimize düşen görevleri ihmal edersek herhalde doğru davranmış olmayız. Arslan Bulut da “sonuç olarak, milletin geleceğine dair zerrece endişem yok, ancak bütün arzum, herkesin üzerine düşen görevi yerine getirmesidir…” diyerek uyarısını yapıyor.
Son zamanlarda ülkemiz insanlarının ahlakı, iş yapma tarzı, dürüstlüğü, din anlayışına dair olumsuzlukları tespit eden düşünen insanlarımız var. Bu davranış biçiminin siyasete yansımasının ülkemizin kaderini olumsuz etkilediğine dair tespitler de çok önemli.
Ancak kötü örnekler üzerinden yapılan genellemelerle moral bozmak yerine, Atatürk’ün Türk Milletini anlatırken kullandığı yöntemin uygulanmasını daha doğru buluyorum.
Atatürk döneminde de, Türkler arasında korkak olanlar, asker kaçakları, ahlaksız insanlar da vardı. Ama O, “Türk Milleti cesurdur, çalışkandır, kahramandır, dürüsttür, ahlaklıdır” gibi cümleler kullandı.
“İlham ve kuvvetimin kaynağı milletin kendisidir. Bir sosyal heyetin mutlaka mâşeri (ortak) bir fikri vardır. Varlığımızı, istiklâlimizi kurtaran bütün fiiller ve hareketler, milletin müşterek fikrinin, arzusunun, azminin yüksek tecellisi ve eserinden başka bir şey değildir.”
“Yemin ederek size temin ederim ki, bizim milletimizin Kuvve-i Maneviyesi, bütün milletlerin Kuvve-i Maneviyesinin fevkindedir” dedi.