Manav Kültürü ve Taşköprü Nahiyesi

181

Dün bir zamanlar Gebze’nin önemli nahiye merkezi olan Taşköprü beldesindeydim. Gebze Derince’den Kartal’a kadar İstanbul’un Üsküdar Vilayetinin Kaza merkeziydi. Kartal ve Pendik Gebze’nin köyleriydi. Taşköprü Gebze’nin önemli nahiye merkeziydi.

Kocaeli Gebze Taşköprülüler Derneği Başkanı Değerli Dostum Ali Osman Kılcan ve Derneğin Genel Sekreteri olan tarihi Alihocalar manav köyünden Necdet Güler  Bey’in Daveti ile Taşköprü bölgesinde araştırmalar yaptım. Gebze’ye yaklaşık 50 Km uzaklıktaki Taşköprü bugün Körfez ve Derince İlçelerinin idari taksiminde kalmış. Taşköprü bölgesinde bugün küçüklü büyüklü 100’e yakın manav köyü bulunuyor. Meşhur Dümbüldek Suyu da bu bölgede. Bölgede belgesel çekimleri yaptık, manav tarihi ve kültürünü araştırdık. Çok önemli tespitler yaptık. Havanın açık olması da bölgedeki muhteşem güzellikleri sergiledi. Bizde belgesel çekerek, manav kültürü ile ilgili araştırmalar yaptık. Halen bölgede Manav kültürü bütün canlılığını koruyor.. Orta Asya’dan getirilen kültür yaşatılıyor. Toprağa bağlı tarım ve hayvancılıkla hayatlarını sürdüren manavlarla ilgili yaptığımız araştırmaların bir kısmını sizlerle paylaşıyorum.

MANAVLAR KİMDİR?

Kocaeli’ye ilk gelip yerleşen Manav Türkmenleridir. Manav Türkmenleri Kandıra ilçesi, İzmit, Derince, Körfez, Dilovası, Gebze ve Karamürsel’in köylerinde geleneksel yapılarını kısmen sürdürebilmektedir. Manavlar dışındaki Kocaeli’ye en büyük göç dalgası 93 harbinde Balkanlar ve Kafkaslardan gelmiştir. Cumhuriyet döneminde yurtiçi ve yurtdışından Kocaeli’ye yoğun bir göç yaşanmıştır. Dilovası bölgesine ise 1960’dan sonra Türkiye’nin bir çok yerinden göç gelmiştir.

KOCAELİ’DE MANAV KÖYLERİ

Prof. Dr. Erol Güngör bugün Türkiye’de yaşayan Türklerin atalarının büyük Selçuklu imparatorluğunu kuran Oğuz Türkleri olduğunu ve Müslüman olduktan sonra bunlara “Türkmen” adı verildiği üzerinde durur. Türkmenlerin konar göçer halde hayatlarını sürdürenlerine ise, bu özelliklerinden dolayı (Yörük) adı verilmektedir. Konar göçerliğin özünde hayvancılık var, yeni otlaklıklar aramak var. Anamur’da Yörüklere “yaylacı” yerleşik halka yaycı denildiğini Karadeniz’de bilhassa Giresun’da bu kavramları çepni bir oğuz boyunun da adıdır ve ekinci kelimelerinin karşıladığını belirtmekte Anadolu’nun muhtelif yerlerinde Türkmen Yörük göçer kelimelerine karşılıktır. Adapazarı, Bilecik, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Kastamonu, Kocaeli, Eskişehir, Afyon ve Zonguldak da yoğun olarak yaşayan Türkmenlere yerli veya manav denilmektedir. Genel adı Türk olan bu insanlara yöresel adlandırmaları ile yerli, manav, pallık (Artvin’in bazı bölgelerinde ), dadaş (Erzurum’da) efe (Ege), Zonguldak Bartın’da kıvırcık Toroslar da alevi Türkmenlere tahtacı, Balıkesir’deki alevi Türkmenlerine  çetmi denilmekte.

 NEDEN MANAV DENİYOR ?

Türkmen topluluğuna “manav” denilmesinin esas tarihi gerçeği şudur; Osmanlı Devleti kurulduktan sonra, her Türkmen boyu çıkardığı ve ürettiği ne varsa, yılda bir kere hiçbir karşılık beklemeden Osmanlı Sarayına gönderirdi. Bolu kabak, Afyon ve Eskişehir bulgur ve tarhana, Adapazarı ve İznik civarında sebze, İzmit Tavşancıl’dan üzüm saraya gönderilirdi. Bolu, Bursa, Kocaeli, Yalova, Eskişehir, Afyon, Yalova, Zonguldak ve Balıkesir bölgelerinden sadece hububat, meyve ve sebze gitmezdi, saraya koyun, kuzu, keçi, oğlak, yağ ve kavurmada gönderilirdi. İşte; Osmanlının bu sadık tebası olan manav, bazı yerde de Yörük diye adlandırılan bu insanlara, bulundukları yerlerdeki azınlıklar (Ermeni- Rum). “Yahu, siz Osmanlıyı besliyorsunuz. Karşılıksız her şeyi saraya gönderiyorsunuz, siz Osmanlının manavı mısınız?” derlerdi. Bu devlete sadık insanlarda “Evet, biz Osmanlı’nın manavıyız. Osmanlının manavı olmakla da gurur duyarız. Devletimize yardım etmeyi de bir şeref biliriz” derlerdi.

İşte, o gündür, bu gündür azınlıkların hazımsızlıkla, kıskançla söyledikleri bir addır MANAV tanımlaması. Osmanlının Sadık tebası, Öz be Öz Türk. Türkmen – Yörük kültürünün has insanlarıdır manavlar.

KÜLTÜR TARİHİMİZDE MANAVLAR…

Kültür, bir toplumun hayat biçimidir. İnsanoğlunun öğrendiği bilgi, sanat, gelenek – görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütünüdür.  Türk tipinin bulunduğu coğrafi bölgeye göre etkilenen ve karışarak değişik özellik kazanan bir ırk olduğu dile getirilmektedir. Özellikle Marmara Bölgesinde yaşayan kişiler MANAV olduklarını söylemektedirler. Manav Türkmen kültürünü anlayabilmek için, Manavlar hakkında etnografik bilgilere ihtiyaç vardır. Örneğin keten el dokumacılığı manavlarla bütünleşmiştir. Çiftçi ailesinin boş zamanlarında tarımdan arta kalan günlerde uğraştığı, hem kendi ihtiyacını karşıladığı hem de fazlasını satın para kazandığı veya yöresindeki hammaddeden ve boş duran iş gücünü değerlendirdiği yardımcı bir el sanatı durumundadır. Ekilip dokuma durumuna gelinceye kadar, havuzlama, kurutma, kırma, tarama, yumuşatma, eğirme, ağartma, çözgü hazırlama aşamalarından geçen keten; dokunup çarşaf, yaygı, yorgan yüzü, yastık kılıfı, elbiselik, yolluk, çuval olarak Manavların ihtiyaçlarını görmektedir. Geleneksel giyimin parçaları olan uçkur, önlük, yağlık, çevre keten bezinden yapılır. Şalvar ve sırta giyilen içlik saya mintan, hırka ise zaten ketenden diğer bir adıyla kandıra bezindendir.

Manavlar ketenin çöpünü bile ziyan etmez. Bu bir mübalağa değildir. Ketenin çöpünden yatak, minder yapar, keten tohumunun yağını yemeklik olarak kullanır ve kandilinde yakar. Şehre sadece tuz almaya, şeker almaya giderlerdi. Bazen de şeker ihtiyacını yaptıkları pekmezle karşılarlardı. (Dut, elma, pancar, armut ve şeker kamışı pekmezleri )

Manavlar, bölgenin tarım ve hayvancılık özelliklerine uyum göstermiştir. Tahıl, keten, kenevir, meyve, sebze tarımı, bağcılık, son zamanlarda fındıkçılıkla uğraşmışlardır. Manavlarda özellikle Kandıra hayvancığının önemi büyüktür. Koyun, keçi, hindi, küçükbaş, sığır, dombay (manda) gibi büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapmaktadır. Keş, yağ, peynir, yoğurt üretmişlerdir ki Kandıranın yoğurdu meşhurdur, bu üretimin bir kısmı aile içi tüketime tahsis edilmiş, bir kısmı satışa sunulmuştur.

MANAVLAR’DA EV KÜLTÜRÜ̈

Manav köylerinde halk mimarisinin ilginç bir örneği ahşap yığma şeklinde olan çandı evler bulunmaktadır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı döneminin bu orijinal ahşap örnekleri günümüzde tek tük de olsa ulaşmıştır.

Kandıra ve Kandıra’nın hemen yanı başında bulanan Taşköprü çevresinde yöresel adıyla, üç çandı camii kalmıştır. Tatar Ahmet, Karagüllü, ve Hatipler köyü civarıdır. Kandıra, Kaynarca dolaylarındaki Çandı camilerinin çoğunda Orhan Gazi döneminde ait bulunduğu ve bu tür camilerin kesinlikle Akçakoca Bey’in fethettiği yerlerde yapılmış bulunduğu, Orta Asya’dan gelen bu mimarinin anısına sadık olan Büyük Kahraman Akçakoca’nın isteğine bağlı olarak bu camilerin yaptırdığı kanısı öne sürülmektedir. Çandı evler geleneksel Türk ailesinin yaşam şekline göre planlanmıştır. Evin tam ortasında ocaklı bir oda bulunmaktadır, Odanın etrafında onu çevreleyen bir dolaşma yer almaktadır. Evin girişindeki hayat denilen geniş alan bu dolaşmayla birbirine açılmaktadır. Evler iki katlı olup alt katta ahır bulunmaktadır. Yaşam mahallinin ahırın üzerinde yer almasının amacı hayvanların ve nefeslerin oluşturduğu sıcaklığın üst katın ısınmasında katkı vermesidir. Aynı zamanda da mal canın yongasıdır. Hayvanlar ailenin göz önündedir.

Çandı yapının en önemli özelliği 20 cm çapındaki kütükler düzgün yontularak birbiri üzerine binen U kesitli boğazlarla kenetlenmektedir. Boğaz kısmından ağaçlar 20 cm uzatılarak uçları aynı hizada düzgünce kesilmektedir. Kertilip birbirine geçirilen uzun kütüklerde çivi kullanılmamaktadır. Bu yapılar kültür özelliği olmasının yanı sıra birer sanat eseridir.

Kışın sıcak, yazın serindir. Aynı zamanda depreme son derece dayanıklıdır. Manav mutfağı karbonhidrat ağırlıklıdır diyebiliriz. Buğday başta olmak üzere tahıl maddeleri ana öğedir.Türklerde çok eski ve yaygın bir çeşit olan gözleme manavlarda da vazgeçilmezdir. Yine bu çeşide yakın bazlama ve cizlemeyi sayabiliriz. Bazlama biraz kalındır. Ve ekmek işlevi görmektedir. Cizleme ise taşmış ve yumuşak hamurun daha ince pişirilmiş bir versiyonudur. Bu mutfağın en kendine has örneklerini vermek gerekirse, malay (mısır ve buğday unundandır, dartılı veya pekmezli yenir) mancarlı pide (bu genel bir başlıkla söylenirse ıspanaklı pidedir. Ispanakla sınırlanmaz. Pidenin içi gezicek otu, efelik, kaldirik otu, gışırık otu olur ama başlık aynıdır; mancarlı pide).

BİLİMSEL AÇIDAN MANAVLAR

Kocaeli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim üyesi Doç. Dr. Işıl Altun konu vurgulamak gerekiyor. Çünkü Manavlar bir kimliktir, bunu yansıtmak gerekiyor. ” diyerek şu bilgileri veriyor. “Manavların kültürel özelliklerine baktığımızda birlik içersinde yaşayan ve göç eden bir toplumun kültürel özelliklerine sahip olduğunu görürüz. Manavlar göç eden, Yörük, Türkmen ve kökü Oğuzlar’a dayanan, Türkçe’den başka bir dil konuşmayan, bugünkü Bilecik’ten Üsküdar’a kadarki alanda yaşayan yerleşik Türkmenlerdir. Manavlar’ın Osmanlı zamanında devlete büyük hizmetleri olmuştur.

Manavlar’ın asıl geldikleri yer ise Orta Asya’dır. Manavlara bu isimleri göç ederek geldikleri Bilecik ile Üsküdar arasındaki yerde, Rumlar ve Ermeniler tarafından verilmiştir.” Manavlar’ın ekonomik hayatında hayvancılığın büyük öneme sahip olduğunu, sosyal hayatlarında ise devlete bağlılığın görüldüğünü belirten Altun ayrıca şunları söyledi: “Manavlar’ın günlük hayatında ne bir hırsızlık ve ne de başka bir kötü olay olduğunu görürüz. Sosyal hayatlarında uysallıklarına

vurgu yapılır. Keten dokumacılığı ise Manavlar için büyük bir öneme sahiptir. Özellikle ketenden yapılan kumaşları genç kızların çeyizlerinde görmek mümkündür. Manavlar ketene büyük bir önem verip çöpünü bile kullanıyorlar.

Aile yapısı manavlar için çok kutsal ve önemlidir. Manavlar’ı her yönüyle incelediğimizde gerek mimarisi gerek sosyal hayat açısından tam bir Türk kültürünün izlerini görürüz. Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Kenan Acar, Manavların dil özelliği üzerine durdu. Acar, “Yörüğün yerleşik hayata geçmiş haline, Manav deniliyor. Manavlar’ın dil yapısına baktığımızda ise en önemli iki ses olduğunu görüyoruz. Bu seslerden biri “ne” diğeri “niye” sesidir. En eski yazılı Göktürk kitabelerinde bu seslerin bugünkü manavlarını görüyoruz. Manavlar’ın ağız yapıları ile Gagavuz Türkleri’nin ilk hecelerinde benzerlikler olduğunu belirtmek gerekiyor. Ağız yapıları farklı olsa da sonuçta konuştukları dilin ortak bir dil yani Türkçe olduğunu anlıyoruz” dedi. Sakarya Üniversitesi Türk Dili Öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr. Muharrem Öçalan geçmişte birçok büyük başarılar kazanmış bir topluluk olduğumuzu ancak  halen başaramadığımız tek şeyin milletleşme olduğunu söyledi.

Türklerin bulundukları topraklara gelme tarihlerinin çok eskiye dayandığını belirten Öçalan, “Anadolu’ya ilk olarak gelen Yörüklerin geliş tarihi 12.yüzyıldır. Bu topraklarda ilk yerleşik hayata 13. yüzyıldan itibaren geçilmiştir. Bir yerin tarihini açıklarken en eskiye gidilir.

Örneğin bugün Gebze bölgesi 8. yüzyıldan beri birçok farklı uygarlığın yaşadığı ve geçtiği bir yerdir. Ancak bu topraklar üzerinde bin yıldır yaşayan ve bu topraklarda egemenlik kuran bir millete etnik grup denilemez.

Avrupalı tarihçiler sürekli olarak bizlere göçebe grup diyorlar. Bu tür açıklamalar tamamen gerçek dışıdır ve tarihsel yönden bir gerçekliği yoktur.

DÜMBÜLDEK SUYU

Dümbüldek suyu 22 dönüm araziden çıkan sınırlı bir kaynak. Bu nedenle bölgeye herhangi bir tesis

kurulamıyor.  Böbrek taşları, şeker hastalığı, prostat başlangıcı, tansiyon rahatsızlıkları, idrar yolu hastalıkları, jinekolojik sıkıntılar gibi pek çok hastalığa iyi  geldiği söyleniyor.

Bölgede şifalı olan tek şey su değil. Bir de çamur var. Toprak biraz kazıldıktan sonra ortaya çıkan beyaz renkli çamurunda  egzamaya, mantara, hemoroide iyi geldiği söyleniyor.

‘DÜMBÜLDEK’ NE DEMEK?

Dümbüldek, koyun ya da keçilerin boynuna asılan çanların adı. Rivayet o ki, bölgede çobanlık yapan ihtiyar bir kişi, yanındaki arkadaşı hastalanınca, ona su getirmek için kap bulamamış. Keçisinin boynundan alarak kap olarak kullandığı dümbüldekle, arkadaşına su taşıyan dedeye, o günden sonra ‘Dümbüldek Baba’, o suya da ‘Dümbüldek suyu’ denilmiş.