Makama Hürmet Harcı

49

Öfkeden, yazıya giriş cümlesini bulmakta çok zorlandım. Duyduklarım karşısında “dilsiz şeytan” olmak da bana yakışmazdı. Rüşvete yeni bir ad koymuşlar: “Makama Hürmet Harcı” Rüşvetin olduğu yerde hürmet mi olur, makam mı olur? Adını ne kadar kibarlaştırırsan kibarlaştır, rüşveti ne adına alırsan al; rüşvet, rüşvettir. Rüşvetin olduğu yerde haksızlık vardır, suiistimal vardır, çirkinlik vardır, haram vardır; haramzadeler vardır.

Uzak diyarlardan, Çin ülkesinden bir öykücük: Açlıktan bitkin düşen yoksul biri, kendini tutamayıp bir armut çalar. Adamı yakalarlar, cezalandırılmak üzere imparatorun karşısına çıkarırlar. Hırsız, imparatora şöyle der: “Değerli efendim, çok açtım, dayanamadım; çaldım. Beni affetmeniz için yalvarıyorum… Beni affederseniz, size paha biçilmez bir hediyem olacak.” İmparator dudak büker: “Senin gibi birinde paha biçilmez ne olabilir ki?” der. Hırsız, avucunun içindeki armut çekirdeğini uzatarak “Bu çekirdeği ekerseniz, bir gün, içerisinde altın meyveler veren bir ağacın yeşerdiğini göreceksiniz.” der. İmparator bir kahkaha atarak “Ek o zaman, altın meyveleri görünce affederim seni.” der. Yoksul adam: “Haşmetlim bu tohumu ben ekemem; ben bir hırsızım. Bu sihirli tohumu ancak ömründe hiç çalmamış, başkalarına haksızlık yapmamış, yalan söylememiş biri ekebilir. Tohum o zaman gücünü gösterir, aksi takdirde onu ekeni zehirler ve tarif edilmez acılarla öldürür. Sultanım, bu tohumu ancak siz ekebilirsiniz.” der.
İmparator irkilir, suratını asar, bir süre düşünür. Sonra da hırçın bir sesle: “Ben imparatorum, bahçıvan değil, o tohumu baş vezire ver, eksin de altın meyveleri görelim.” der. Baş vezir, telaş içerisinde İmparator’a dönüp itiraz eder: “Ben ekim biçim işlerinde çok beceriksizim efendim. Sihirli tohumu yanlış eker ziyan ederim, bence bu tohumu hazinedar başı eksin.” der. Hazinedar başı hemen bir bahane bulur ve bu görevi bir başkasına devreder. Orada bulunan herkes sudan sebeplerle tohumu ekme görevinden kaçınır.
İmparator, bir süre düşünür, başı önüne eğilmiş baş hazinedara, bütün görevlilere dik dik bakar ve “Hadi bakalım bu hırsız bahçıvana tohumunun nasıl altın meyve verdiğini hep birlikte gösterip onu sevindirelim.” der, cebinden bir altın çıkararak yoksul adama atar. Herkesin, ceplerinden sessiz sedasız birer altın çıkarıp adama vermesini ister. Sonra da gülerek “Bas git buradan be adam, bu ders bugünlük hepimize yeter.” der…

 

“Allah beni makam ve rüşvet ile imtihan etmesin.” diye dua ediyor ve “Bu işler hep böyle mi yürüyor?” diye soruyorum.

 

Duyduklarım, beni hayrete düşürüyor, değer verdiğim insanlardan uzaklaştırıyor. Anlatılan o ki, toplumun ağabeyi, hocası, kanaat önderi olarak bilinen bir kişi, genç birinin yaptığı projeye ruhsat alınmasına aracılık etmek için yüklüce bir para talebinde bulunmuş. Bir belediye başkanı bir hayırseverin cami yeri olarak bağışladığı yeri, kişinin ölümünden sonra, kamulaştırmış, değersiz bir yerden cami yeri vermiş ve rantı yüksek önceki yeri ihale yoluyla satarak oradan şahsına bir hayli haksız para kazandırmış. Bir başka belediye başkanı, şehir merkezine yakın köylülerin tarlalarını, yakınları ve kurulmasına sebep olduğu şirket aracılığıyla satın almış, daha sonra o bölgeyi imara açmış. O haksız gelir sağlarken köylülerin zararına yol açmış.

Bir tarihte, tanıdığım biri “Falan parti, yönetimde olduğunda belediyelerdeki ve devletin ihale verdiği birimlerdeki işlerimizi üç beş kuruşa kolayca hallediyorduk. Şimdi bu yeni gelenler, önce para almadılar; ama işi prosedüre boğarak bize iş de yaptırmadılar. Sonra bu paraları az buldular. Biz bunlara oy vermekle meğer ayağımıza kurşun sıkmışız.” demişti de ben bunun böyle sürüp gidemeyeceğini kendisine söylemiştim. Şimdi öğreniyorum ki, iş rayından çıkmış.

Haksız kazancı, hiçbir vicdan onaylamaz. Haklı bir isteğe ulaşmayı engelleyen veya haklı isteğe ulaşmaya gayr-i meşruluktan başka yol bırakmayan sistemleri hiçbir insan kabullenemez. Rüşvet alan ve veren bile, başında bir rüşvetçi yönetici olsun istemez. Bu vicdani bir reaksiyondur. Hırsız kişinin, evladının hırsız; alkolik birinin, evladının da alkolik olmasını; kötü yollara düşen birinin, kendi evladının da aynı yollardan geçimini sağlamasını istememesi gibi, kendi içinde çelişen bir hakikattir bu durum.

Bu çirkin ilişkiler, insanın olduğu her yerde yaşanıyordur. İnsan nefsi çaldırır, vicdanı da çalma ve çalınmaya isyan eder. Hiçbir ülkenin insanı diğerinden daha masum değildir. Bazı ülkelerde bu tür ahlaksız ilişkilerin daha fazla yaşanması eğitim ve sistemle ilgilidir.

Ülkemizdeki bürokratik yapılanma, maalesef, aşağıdan yukarıya, bütün makam sahiplerinin haksız kazanç edinmelerine ya fırsat veriyor ya da bunu teşvik ediyor. Sistemin çarkı, burada yer almayanları zaman zaman dışlıyor. Sistemin akçeyle ve cukkayla yürüdüğünü gören, alıcı ve verici iki taraf da birbirini kirleten iki el gibi sarmaş dolaş oluyor, aslında iki dünyasını da kaybediyor.

Rüşvetin, yolsuzluğun olduğu hiçbir sistem uzun ömürlü olamaz. Böyle bir sistem üzerine iktidar kurulamaz, kurulsa bile yaşatılamaz.

Sistemin sağlığı, ülkemizin bekası için acilen, yöneticilere, görev öncesi ve sonrasında, mal beyanında bulunma zorunluluğu getirilmelidir. Kendilerine ve yakınlarına her yıl, “Nereden buldun?” sorusu sorulmalıdır. “Benim memurun işini bilir.” veya “Parti İl başkanlarından mal beyanı istenmelidir.” dendiğinde “O zaman görev yapacak il başkanı bulamayız.” denmemelidir. Bu tür anlayışlar, art ve çirkin niyetliler için bir tür ruhsattır. Sahip olduğu kamu ve makam gücünü kendi kazanç ve istikballeri için kullananlar derhal cezalandırılmalı, kimsenin böyle bir yola tevessül edememesi sağlanmalıdır.

Her güzelliğin başı ahlaktır, bu da eğitimle elde edilir ve yaşatılır. Güvenlikçi tedbirler kısa vadede gereklidir; ancak kalıcı olan, adını vicdan diye tarif ettiğimiz ahlaki tedbirlerdir. Muhatabı insan olan bütün mecralarda, eğitim kurumlarında, rüşvet, yolsuzluk gibi vicdanları kanatan, karartan, kanırtan ilişkilerin çirkinliği işlenmeli, anlatılmalı, gösterilmelidir.

Yöneticilerini birer haramzade örneği olarak kullandığımız Çin ülkesi gibi, başkalarının da bizi örnek göstermesini istemiyorsak, seçimlerde mağlubiyet yaşamamak ve iktidarımızı sürekli kılmak, sosyal hayatta da insan ilişkilerinde güvenilirlik, saygı, hakkaniyet istiyorsak bürokraside ve eğitim sistemimizde bu manada “acil eylem planları” yürürlüğe girmelidir.

“Beka” içimizde, sosyal yapımızda… Dışarıdakiler, sinek vızıltısı.