Mağduriyetin Adı: Kadın!

96

 

Ülke gündeminde yer alan başörtüsü sorunu, “kızlı-erkekli” tartışması ve kadına yapılan şiddet gibi konuların merkezinde hep tek bir figür var: Kadın.

Gerçi bu durum şaşırtıcı değil. Zira gerek Doğu gerekse Batı toplumlarına bakıldığında hayatın akışı içerisinde mağdur edilen tarafın genellikle kadınlar olduğu görülmektedir.

Ülkemiz açısından kadının sosyal konumunu tarihsel bir süzgeçle ele aldığımızda, özellikle 19. yüzyıldan itibaren açılan kız okulları ve Batıdaki kadın hareketlerinin etkisiyle kadınların yavaş yavaş sosyal hayatta kendilerine yer edinmeye başladıkları görülür.

Cumhuriyetle birlikte ise seçme ve seçilme hakkını da elde eden kadınlar, devletin desteğiyle sosyal hayatın her kademesine girmeye başlamışlardır.

Bu süreçte Atatürk ve arkadaşlarının Türk toplumunun temel problemleri arasında “cehaleti” görmeleri de etkilidir. Zira sorgulama dürtüsü fazla gelişmemiş olan cahil insan şuursuzca yönetilmeye en müsait insan tipidir.

Bu noktadan hareketle Atatürk ve arkadaşlarının inşa etmeye çalıştıkları “yeni Türkiye”de cehaletle savaş birinci öncelik olarak ortaya çıkmıştır.

Toplumun yarısını oluşturan kadınların eğitimine de bu doğrultuda büyük önem verilmiştir. Çünkü onlara göre gelecek nesilleri yetiştiren kadınlardır ve kadının eğitilmesi uzun vadede cehaletin de ortadan kaldırılması demektir.

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren özellikle şehirde yaşayan kadınlar eğitimle beraber sosyal hayatın her kademesinde yer almaya başlamıştır. Kırsal alandaki kadının eğitimine önem verilmesi ise 1960’lı yıllarda hız kazanan kentlere göç ile başlamıştır diyebiliriz.

Kent kültürü ile köy kültürünün bir araya gelmesi, gündelik hayatta eğitimin ne kadar önemli olduğunu da ortaya çıkarmıştır. Çünkü kırsaldan gelen görmüştür ki eğitimli olanlar hayata karşı daha rahat mücadele edip daha rahat yaşıyor…

Neticede öncelikle erkeklerin okutulması ile başlayan süreç 80’li yıllardan itibaren kızların da okutulduğu yoğun bir döneme girmiştir.

Ne yazık ki ülkemizde hangi siyasi görüşte olursa olsun temelinde kadını sosyal hayattan uzaklaştırmayı amaç edinen zihniyetin hala devam ettiğini de bu süreçte görüyoruz. Kızların okumasının önüne ket vurmak amacıyla uygulanan başörtüsü yasağı bu duruma dair en güzel örneği teşkil eder. Zira uygulandığı dönemde görünen/gösterilen sebep irtica olsa da ardındaki neden kanaatimce kadınların sosyal hayattaki aktivitelerinin kısıtlanmasıdır.

Nitekim başörtüsü yasağı ile bir çok genç kız okulunu bırakarak evlerine dönmüş, sosyal hayattan uzaklaşmışlardır.

Son haftalarda “kızlı-erkekli yaşayarak okuma” adı altında yapılan söylem ve düzenlemelerin de varacağı nokta kanaatimce, özellikle kırsal bölgelerden ve küçük yerlerden gelen kızların okumasının önünün kesilmesi olacaktır.  Çünkü bu söylemlerle oluşan imaj okul okuyan gençliğin ahlaksız bir yaşam sürdüğü şeklindedir. Böyle olunca  buralardan gelen kızlar için okula gitmek çevresindekilerce “kızlı-erkekli yaşama başlamak” şeklinde algılanacağından, bu kızların eğitimlerinin yaygınlaşması da sekteye uğrayacaktır.

Değerli okuyucular, 90 yıl önce Cumhuriyeti kuranlar “yeni Türkiye” meydana getirmek için ilk önce mevcut cehaleti önlemek amacıyla kadınlara çeşitli sosyal haklar sağlamışken, günümüz Cumhuriyet’inde “yeni Türkiye” iddiasında olanların kadınların eğitimlerini ileride sekteye uğratabilecek söylemlerde bulunmalarını nasıl anlayacağız?

Üstelik geçmişte ve gelecekte toplumu şekillendiren kadın olduğuna göre kadınları mağdur etmenin toplumların akıbeti için ne gibi bir yararı olabilir?!

Saygılarımla…