Cenab-ı Hak,
hususî eserlerine menşe / çıkış yeri ve kendisine lâyık kemalâtına /
mükemmelliklerine mehaz / kaynak olmak üzere her ferde ve her nev’e / cins ve
türe has müstakil / bağımsız bir vücut vermiştir. Ezel / başlangıcı olmayan
cihete sonsuz olarak uzanıp giden hiçbir nev’ / tür yoktur. Çünkü bütün envâ /
cins ve türler imkândan / olup olmaması eşit durumda mümkün olmaktan; vücub
dairesine / varlığı lüzumlu, gerekli ve zarurî oluş durumuna çıkmamışlardır. Ve
teselsülün / zincirlemenin yani birbirinden oluşmanın da, bâtıl / hakikatsiz
bir hurafe olduğu / kısaca doğru olmadığı meydandadır. Âlemde görünen şu
tagayyür / başkalaşma ve tebeddül /
değişme ile, bir kısım eşya / varlıklar hudûs bulmakta / sonradan ortaya
çıkarılmakta. Böyle meydana getirilmekte. Hep yeniden vücuda getirildiği, gözle
görünen gerçeklerdendir. Bir kısmının da hudûsu / meydana getirilişi, aklî
zaruret ile sabittir. Demek, hiçbir şeyin ezeliyeti / başlangıçsızlığı cihetine
gidilemez.
Maddenin ezeliyeti
yanlış ve mantıksız bir görüştür. Maddenin; zerre ve atomların hareketinden; kendi başına meydana geldiği bir hurafedir.
Cins ve türlerin yani envaın teşekkülü gibi, batıl umura / işlere ihtimal
vermek yersiz bir bakıştır. Sırf başka şeyle nefsini ikna etmek maksadıyla
ileri sürülmektedir. Meydana gelişin; bu şekil yorum tarzının fasid / bozuk
esaslarından çıktığı, açık bir gerçektir.
Vücudu mutlak
zarurî olan Zât’ın yani Allah’ın açık, zarurî ve elzem olan ezeliyetini
zihinlerine sığıştıramıyorlar! Nasıl oluyor da, her bir cihetten ezeliyete
münafi / aykırı olan maddenin ezeliyetini zihinleri alabiliyor? Hem İlahî
kudrete karşı mukavemet edemeyen, karşı koyamayan koca kainatın; nasıl olur da,
küçücük ve nazik zerreleri; öyle dehşetli salâbet / sağlamlık karşısında
durabilir? Ezelî kudretin var ve yok edici eline karşı dayanabilir? Hem nasıl
oluyor da, ezelî kudretin hassası / özelliği olan ibda ve icadı; hiçbir makul
münasebeti olmayan en âciz ve en biçare / en çaresiz esbaba / sebeplere isnat
edip dayandırıyorlar?
Bütün
silsilelerin; Hâlıkın varlığı, olmazsa olmaz mevcudiyetine kat’î / kesin bir
şekilde şehadetleri göz önünde iken, bazı insanların maddenin hareketinin
ezeliyeti cihetine zahip olmaları / öyle sanmaları dalalet / sapık bir yoldur.
Öyleyse böyle bir yanlışa düşmelerinin esbabı / sebepleri nelerdir?
Envaın / nevlerin; madde ve zerrelerin
hareketlerinden teşekkülü gibi, batıl işlerin oluşması için neden onların ezeliyetine ihtimal veriliyor?
Sırf başka şeyle
nefsini ikna etmek zorunda olduğu için, o umurun faydasının esasını, tebeî bir
nazarla derk etmediğinden neş’et edip çıkıyor. Böyle bir düşünceye saplanıp
kalıyor!
Dalâlet / sapık ve
yanlış yol ne kadar acip ve şaşırtıcıdır. Celal Sahibi Zat olan Allah’ın zarurî
bir lâzımı olan ezeliyeti ve hassası / özelliği olan icadını akıllarına sığıştıramayanlar,
nasıl oluyor da, gayrımütenahi / sayısız zevata / zatlara ve aciz şeylere
ezeliyeti vermek gibi, bir batıl, çıkmaz yola düşmekten kendilerini
alamıyorlar?
Madde dedikleri
şey mütegayyir / değişken bir surettir. Hem hadise ve olayın mütehavvil başkalaşan hareketlerinden
soyutlanamadığından, hudusu / sonradan meydana gelişi muhakkaktır. Bu sebeple
hudusu / yeniden meydana gelmesi muhakkaktır. Kuvvet ve suretler a’raziyetleri
cihetiyle, envaın cevherlerindeki farklılıkları teşkil edemez. A’râz cevher
olamaz. Demek bütün envaın fasılları ve
umum a’râzın mümeyyiz havassı / seçkin
özellikleri bizzarure / ister istemez sırf adem / yokluktan muhteradır / icat
edilmişlerdir. Silsilede tenasül / üremek ve türemek, geçerli olmayan sıradan
âdi şartlar yüzündendir.
Mükerrem olan
insan, insanlık cevheri bakımından; daima hakkı satın almak istiyor. Daima
hakikati arıyor. Maksadı daima saadet ve mutluluktur. Fakat batıl ve dalâl ise,
hakkı ararken haberi olmadan karşısına çıkar. Hakikatin madenini kazarken,
ihtiyarsız / elinde olmadan, batıl onun başına düşer. Ya da hakikati bulmakta
muztar kalmış / zorlanmıştır. Veya hakkı tahsilden mahrum olmuştur. İşte bu
yüzden asıl fıtratı, vicdanı ve fikri; muhal / imkânsız ve makul olmadığını
bildiği bir emre / işe; sathî / yüzeysel bir nazarla bakıyor! Tabi olarak,
istemeyerek kabul ediyor.
İşte bu hakikati
göz önüne al! Göreceksin ki, bütün âlemin nizamından gaflet eseri olarak; vehmettikleri maddenin ezeliyeti yanlış bir
görüştür. Madde ve hareketi ve şu bütün akılları hayrette bırakan nakış ve
bedi’ sanatı bir düşünelim. Tahayyül ettikleri kör tesadüfle olacak şey midir?
Bütün hikmetlerin şahitliğine rağmen, bütün bunları tüm sebeplerden sanmaları
boş bir hayaldir. İtikat ettikleri hakiki tesiri oturttukları yer yanlıştır.
Sadece nefislerini yanıltıyorlar! Vehmin devamına dayanarak yanlış karar
veriyorlar! Mevhum tabiatı merci ve merkez yapmakla, güya tesellî buluyorlar.
Elbette fıtratları bunu reddeder. Oysa yalnız Hakka yönelmeli. Hakikati kast
etmeli. Davetsiz olarak önümüze çıkan görüş ve düşünceleri reddetmeli.
Madde dedikleri
şey ise, değişkendir. Hadisenin yok olucu hareketinden soyutlanamaz. Demek
hudûsu / sonradan oluşu muhakkaktır. Ne acaiptir ki, Varlığı olmazsa olmaz, sanatla
yaratıcı olan Allah’ın Zâtı’nın apaçık
zarurî bir lâzımesi olan ezeliyeti;
zihinlerine sığıştıramıyorlar! Nasıl oluyor da, her bir cihetten ezeliyete
aykırı olan maddenin ezeliyetini zihinlerine sığıştırabiliyorlar? Hakikaten
şaşılacak bir husus. Evet, insan düşündükçe, bütün kemal ve mükemmel sıfatlarla
vasıflanmış olan Sâni’in yaratmasını nasıl garip karşılar? İnkâr eder? Şu
hayret verici sanatlı varlıkları kör tesadüfe verir? Zerre ve atomların
hareketlerine dayandırır! İnsanı insaniyetten pişman eder. Zerrelerin;
hareketlerinden husulü / meydana gelişi dava olunan kuvvet ve suretler;
araziyetleri cihetiyle envanın cevherindeki farklılıkları teşkil edemez. Çünkü
araz cevher olamaz.
Demek, bütün
envaın / nevlerin fasılları ve umum a’razın özellikleri, sırf yokluktan
yaratılmışlardır. Tenasül / üremek ve türemek, sıradan şartlardan başka bir şey
değildir. İşte yaratmanın delil ve
kanıtının özeti budur.