İttihat ve Terakki, Almanya ile ittifak hâlinde girdiği savaşta İtilaf bloğuna yenilmiştir. Savaşı bitiren Mondros Mütarekesi ise imparatorluğa aradığı barışı getirmekten çok İtilaf Devletleri’nin yeni işgallerine zemin hazırlamış ve durum aynı zamanda Anadolu’da bir direnişin başlamasına sebep olmuştur. Bu direniş İtilaf Devletleri’nin savaş devam ederken gizli anlaşmalarla Osmanlı topraklarını paylaşmalarına ve dolayısıyla “Doğu Sorunu”nu kendi emperyal çıkarları doğrultusunda bir çözüme kavuşturmalarına karşı verilen tepkinin ürünüdür.
26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz başlamış, Mustafa Kemal’in “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emri ile Türk ordusu Batı’ya doğru ilerlemiş ve sırayla Eskişehir, Balıkesir, Aydın, Manisa, Bursa ve nihayet 9 Eylül’de İzmir işgalden kurtarılmıştır. Devamında Yunan ordusu Trakya’yı boşaltmaya başlamış, 11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi ile Boğazlar ve Trakya’daki birkaç yer hariç Türkiye, Misakımillî sınırlarına kavuşmuştur. Nihai barış ise daha sonra yapılacak olan bir konferansa bırakılmıştır. İtilaf devletleri, konferansın Avrupa’da toplanmasını isterlerken Ankara hükûmeti İzmir’de toplanmasını istemiş, sonuç olarak konferansın Lozan’da toplanmasına karar verilmiştir.
Bu karar; Türk Heyeti açısından hem psikolojik üstünlüğün kaybedilmesi hem de ulaşım, haberleşme vb. sorunların yaşanacağı anlamına gelmektedir. Nitekim mevcut koşullarda Lozan’dan Ankara’ya iki kanaldan telgraf çekilebilmektedir:
Bununla beraber 13 Kasım’da Lozan’da toplanacak olan konferansa TBMM hükûmeti ve İstanbul hükûmeti birlikte davet edilmiş, ortaya doğal olarak bir “hükûmetler krizi” meselesi çıkmıştır. TBMM hükûmeti, bu krize 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatı kaldırarak son vermiş, böylece Osmanoğulları hanedanlığının bittiğini açık olarak göstermiş ve Türk milleti adına karar verebilecek tek iradenin Ankara’daki meclis olduğunu ilan etmiştir. Bu karar ile Lozan’da iki hükûmet arasındaki anlaşmazlıklardan istifade etmek için hazır bekleyen İtilaf güçlerine de gerekli mesaj verilmiştir.
Fakat bu defa da Lozan’da Türkiye’yi kimin temsil edeceği meselesi gündemi meşgul etmiştir. Bu hususta Rauf Bey’in, Kazım Paşa’nın, Yusuf Kemal Bey’in, İsmet Paşa’nın isimleri gündeme gelmiştir. Kılıç Ali anılarında Mondros yükünden kurtulabilmek adına Rauf Bey’in başbakan olarak Lozan’a gönderilecek delegeleri kendisinin seçmek istediğini, heyete bizzat kendisinin başkanlık etmek istediğini ve İsmet Paşa’yı yanında müşavir olarak götürmek istediğini yazmaktadır. Fakat Mustafa Kemal’in ricası ile Yusuf Kemal Bey’in dışişlerinden istifa etmesi ve yerine İsmet Paşa’nın seçilmesi Rauf Bey’in planları bozmuştur.
Sonuç olarak 3 Kasım’da Bakanlar Kurulu Lozan’a gidecek olan heyeti TBMM’nin onayına sunmuştur. Buna göre Dışişleri Bakanı İsmet Paşa baş delege, Sağlık Bakanı Rıza Nur ikinci delege, İktisat Eski Bakanı Hasan Saka ise delege seçilmişlerdir. Ayrıca pek çok milletvekilinin ve uzmanın yer aldığı kalabalık bir danışmanlar grubu oluşturulmuştur[10]. Türk Delegasyonundan beklenen hükûmetin kendilerine verdiği 14 maddelik talimatın dışına çıkmadan nihai barışı sağlayacak bir antlaşmaya imza atmalarıdır.
I. Lozan Konferansı
13 Kasım Pazartesi günü başlayacak olan konferans, Türkiye’ye bilgi verilmeden İngiltere’nin diğer devletlere dayatmasıyla 20 Kasım’a ertelenmiştir. Dolayısıyla Lozan’a giden ilk heyet Türk heyeti olmuş fakat karşısında bir muhatap bulamamıştır. İsmet Paşa bu durumdan duyduğu rahatsızlığı İsviçreli gazetecilerle yaptığı toplantında kamuoyuyla paylaşmış ve şunları söylemiştir:
“…Türkiye epey zaman sulh yapılmasını bekledi. Fakat sulh yerine, bilakis, her hududundan aynı zamanda hücuma uğradı… Yeni tahripleri önlemek ve sulha kavuşmak için Türk milleti hiçbir fırsatı kaçırmadan ve hiçbir zaman sulh çarelerinin hepsini kullanmadan silaha sarılmadı. Büyük Taarruzdan evvel Londra’ya mümessillerimizi gönderdik, fakat kabul edilmediler. Taarruzun nihayetinde Fransa’nın müslihane [muslihane] tavassutuna müsait cevap verdik. Bu hareketimiz hüsnüniyetimizi ispata yeter delildir. Lozan Konferansı’nın içtimaı alakalı devletler tarafından kabul edildi. Devletlerin davetine ilk cevap veren memleket sulh arzusunu ispat etmiş değil midir? Türk murahhaslarının konferans muhitine herkesten evvel gelmiş olması da Türklerin nasıl sözlerinde durduklarını bir kere daha ispat etmiş oluyor…
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon konferans öncesi bir muhtıra hazırlayarak Fransa ve İtalya ile Türkiye’ye karşı ortak bir cephe oluşturmaya çalışmıştır. İtilaf Devletleri’nin Lozan Konferansı’ndaki talepleri bu muhtıraya göre şekillenmiş, özellikle adli ve mali konularda anlaşma sağlanamamış, İsmet Paşa kendilerine verilen hükûmet talimatnamesini yerine getiremeyeceğinden antlaşmayı imzalamak istememiştir. Bir sonuca varılamayan konferans 4 Şubat 1923 tarihinde dağılmıştır. Bu noktada Lord Curzon ve İsmet Paşa arasında dikkat çekici bir diyalog yaşanmıştır.
Dünya barışının ertelenmesinin sorumluluğunu üzerine almak istemeyen Curzon, İsmet Paşa’ya şu soruyu sormuştur: “Barışın çıkmaza girmiş olmasını İngiliz ve dünya kamuoyuna nasıl anlatacaksın?” İsmet Paşa ise Curzon’a şu cevabı vermiştir: “Benim vaziyetim kolay. Ben Türkiye’ye gittiğim zaman soranlara bir cümle ile cevap vereceğim: Lord Curzon sulh istemediği için konferans kesilmiştir.” Bu cevap üzerine Lord Curzon kendisini “katiyen” demekten alıkoyamamıştır. Nitekim Türk heyeti Lozan’dan en son ayrılan heyet olmayı tercih ederek sulhu önemsediğini göstermiş ve İsmet Paşa bu hususa dikkat çekmek adına şöyle bir açıklama yapmıştır:
“Efendiler, barış imzalamak için 11 İkinciteşrin’de Lozan’a herkesten evvel geldik… Bugün görüyorum ki bütün delegeler payitahtlarına gitmişlerdir. Konferansın kesintiye uğramasına dair hiçbir taraftan tebligat almadım… Bu vaziyet karşısında ben de konferansı kesintiye uğramış saymıyorum. Yalnız fırsattan istifade ederek diğer delegelerin yaptığı gibi bütün delegelerden sonra Ankara’ya gidiyorum.”
Sonuç olarak 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye için hem Birinci Dünya Savaşı bitmiş hem de bağımsızlık mücadelesi kazanılmıştır. Lozan Barış Antlaşması bağımsız Türkiye’yi tüm dünyaya ilan eden bir antlaşma olmuştur. Nitekim birkaç ay sonra TBMM hükûmeti yönetim biçimini Cumhuriyet olarak belirlemiş, böylece imparatorluğun küllerinden doğan yeni bir devlet uluslararası sahnede yerini almıştır. Emperyalizme karşı verilen mücadele beraberinde barışı, bağımsızlığı yeni bir rejimi getirmiştir.
Bundan ötürüdür ki 24 Temmuz, hiçbir zaman resmî bir bayram günü olmasa da ülke içindeki etkinlikler ile bir bayram gibi kutlanmıştır. Dönemin gazetelerine bakıldığında “Lozan Sulh Bayramı” ifadesinin yaygın olarak kullanıldığı görülebilmektedir.
Lozan Sulh Bayramı uzun yıllar 10 (23) Temmuz Hürriyet Bayramı ile birlikte kutlanmıştır. Art arda gelen günlerde şehir bayraklarla donatılıp ışıklandırılmış ve belli bir program doğrultusunda bu coşku halkla paylaşılmıştır. Öyle ki zamanla bu coşkuyu daha da artırmak adına Montrö Mukavelesi, Hatay’ın anavatana katılması ya da Gazeteciler Günü de bu kutlamalara eklenmiştir.
Atatürk Dönemi’nde başlayan bu kutlamalar, genellikle CHP ile iç içe geçmiş olan Halkevlerinde yapılmıştır. İnönü Dönemi’nde bu kutlamalara verilen önem daha da artmış, merkezden Halkevlerine çekilen telgraflarda kutlama programlarının içeriği belirlenmeye başlanmıştır. Muhtemelen bu durum dönemin şartları ile de ilgilidir. 1939-1944 arasında ikinci bir dünya savaşı yaşanmış, doğal olarak barış
da her zamankinden daha fazla önem kazanmıştır. Bununla birlikte 1946 yılı itibariyle Türkiye’de çok partili yaşama geçilmiş, DP güçlü bir muhalefet partisi olarak iktidarı alışkın olmadığı bir siyasi mücadele içine sürüklemeye başlamıştır. Muhalefetin olduğu bir siyasi düzende Lozan Barış Antlaşması kutlamaları da bu durumdan etkilenmiştir. Artık kutlamalar da bir bakıma DP’ye karşı pozisyon almada bir işlev kazanmıştır.
1950 yılında iktidarı alan DP, Lozan kutlamalarına mesafeli olmuş, Lozan Sulh Günü’nü kutlamayı Türkiye’nin siyasi, askerî tarihinden bağımsız olarak CHP’nin ve özellikle de İnönü’nün mazisine ait kişisel bir başarıyı kutlamakla, siyasi bir taraf tutmakla eşdeğer görmüştür. Dolayısıyla mesele âdeta İnönü’yü sevmek ya da sevmemek hâlini almış ve bu dönemde kutlamalara son verilmiştir. 1955 yılından sonra ise kutlamalara yasak getirilmiştir. Bu sürecin bir sonucu olarak Lozan Sulh Günü/Bayramı zamanla hafızalardan silinmiş ve dar bir alana sıkışarak sadece akademi ile sınırlı kalmıştır. Bununla birlikte Lozan, her yıl düzenli olarak Heybeliada’da İnönü Vakfı tarafından kutlanmaktadır. Bu durum İsmet İnönü’ye duyulan vefa ve minnet borcu ile ilgili olduğu kadar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tarihine duyulan saygı ve barışa verilen önem ile de ilgilidir. Bu anmalar toplumsal hafızaya ve sürekliliğe yapılan bir katkı olarak da görülmelidir.
Lozan Barış Antlaşması; bağımsız ve çağdaş bir Türkiye’nin doğmasını sağlamış, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’i ilan edebilmenin ön koşulunu oluşturmuş kurucu bir belgedir. Üstelik dünya siyasi haritasının (günümüz de dâhil) pek çok coğrafyada değişikliğe uğradığı düşünülürse Lozan ile sağlanan istikrar ve barışın ne denli önemli olduğu da anlaşılır.
Alıntı. https://atamdergi.gov.tr/tam-metin/1088/tur