Lisan ile milli ruh ve kültür birbirinden ayrılamazlar. Lisan, kültürün temelini teşkil etmekte olup, taşıyıcı durumundadır. O bozulduğu takdirde milli ruh ve kültür diye bir şey kalmaz. Hepsi yok olur. Bu sebeple hepimizin “Lisan” meselesinde azami hassasiyeti göstermemiz icabetmektedir.
Rahmetli hocamız Prof. Dr. Faruk Kadri TİMURTAŞ Türkçemiz ve Uydurmacılık isimli kitabının takdim yazısında aynen,
“Dil meselesi bir milli müdafaa meselesidir. Dilimizi korumak, vatanı korumakla birdir. Çünkü dil de vatan kadar, tarih kadar, gelenek ve töre kadar azizdir. Dil de bayrak gibi, aile gibi mukaddesattandır.
Belki de hepsinin ifadesi, aksi onda olduğu için hepsinden öncedir. Dil olmayınca millet olmaz, milliyet olmaz. Milli kültürün baş unsuru dildir.
Dil sevgisi, vatan sevgisi, ana sevgisi gibidir, sınırsızdır, her türlü fedakârlığı gerektirecek kadar engindir.
Helal süt emenler vatanı da her şeyden üstün tutarlar. Sütü bozuk olanlar ancak dili bozmaya kalkışırlar”
İfadeleri yer almaktadır.
Rahmetli hocamız lisanın ehemmiyetini öz olarak çok güzel hülasa etmiş bulunmaktadır. Cenab-ı Allah kendilerine rahmet eylesin, mekânı Cennet olsun.
Memleketimiz de lisan hususunda söz sahibi olup, yine Cenab-ı Allah’ın rahmetine kavuşmuş bulunan Prof. Dr. Necmettin HACIEMİNOĞLU’ da, “Türkçenin Karanlık Günleri” isimli eserinde lisanın ehemmiyetini izah ettikten sonra, kitabının bir yerinde;
“Türk dilinin sadeleşmesi hareketinin asıl gayesinden saptırılarak tam bir kültür ihtilali şekline dönüşmesi 1960 yılından itibaren başlamıştır. Tesir sahası çok geniş Devlet organlarının ve kuruluşlarının böyle bir kültür yıkımına öncülük etmeleri Türkçe’nin çöküşünü büsbütün hızlandırmıştır. Eğer Türk milliyetçileri bu yıkılışın karşısına dikilmezlerse, en geç bir nesil sonra Türkiye’de Türk diliyle yazılmış ilim, fikir ve sanat eserine rastlamak mümkün olmayacaktır”
Tespitinde bulunmaktadır. Hocamızı rahmetle yâd ediyorum.
Hocamızın 1970’li yıllarda üzerine ehemmiyetle parmak bastığı tehlike maalesef bugün de mevcuttur. Hatta gerek, başta Milli Eğitim camiası olmak üzere, Devlet kuruluşlarının ve gerekse TV kanalları ile basının (sağ ve sol basın ayırımı yapmaksızın) bazılarının maksatlı, bazılarının da vurdumduymaz ve gafil tutumları sebebiyle dilimizin yozlaşması olanca hızıyla artarak devam etmektedir.
Öztürkçecilik adı altında uydurukça denilen dil benliğimize öyle işlemiştir ki, bazı muhafazakâr insanımız dahi yozlaşmadan şikâyetçi olmalarına rağmen ne idüğü belirsiz nesebi gayri sahih kelimeleri kullanmaktan kendilerini alamamaktadır. Bunlara birkaç misal vermek icap ederse; amaç, neden, matematiksel, yasal, yaşam, tüm, yitirmek, içermek, olanak, olasılık, koşul, denli, değinmek, düzey, yüzey ve buna benzer kelimelerin farkında olunmadan kullanıldığı görülmektedir.
Hâlbuki bu kelimelerin uydurma olduğu, Türkçenin kaidelerine uymadığı yukarıda isimlerinden bahsettiğimiz hocalarımızın kitaplarında açık bir şekilde izah edilmektedir.
Kullanılan uydurma kelimelerin bazılarına kısaca temas etmek icap ederse,
Amaç: Bugün hedef, gaye, maksat yerine kullanılan amaç kelimesinin menşei belli değildir. Bu uydurma kelime lisanımızdan üç kelimeyi unutturup güzel Türkçemizin kısırlaşmasına sebep olmaktadır.
Düzey: Seviye manasında kullanılan bu kelime uydurmadır.
Yüzey: Satıh manasına gelen yüzey kelimesi de yanlıştır. Yüz kelimesi bulunmakla beraber bunun sonuna “ey” eki getirilerek kelime türetilemez.
Tüm: Ne olduğu, nasıl yapıldığı bilinmeyen ve izah edilemeyen tüm kelimesi bütün, tam karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bu suretle asırlarca kullandığımız iki asil kelime gidip onun yerine uydurma olan tüm kelimesi gelmektedir.
Değinmek: Temas etmek, dokunmak yerine kullanılan bu kelimenin de uydurma olduğu kesindir.
Hele bütün bunların haricinde birde TV kanallarında basında ve vatandaşlarımız arasında sıkça kullanılan bir onur kelimesi var ki bu kelime, şeref, haysiyet, kibir, gurur, izzetinefis gibi tam beş adet kelimenin yerine ikame edilmek istenilmektedir. İşin enteresan olan tarafı da yediden yetmişe herkesin anlayabileceği bu beş kelimenin dilimizden kovulması hiçbir kurumu ve insanlarımızı rahatsız etmemektedir. Unutturulmak istenilen o şeref kelimesi ki, insanlarımızın damarlarında atar. Milletimiz şerefi üzerine söz verir, şerefi uğruna ölür, şeref misafiri olur. Hiç kimsenin aklına onuru üzerine söz vermek gelmez.
Yazının bu bölümünü daha fazla uzatmamak için diğer bahsi geçen kelimelere temas etmekten sarfınazar ediyorum. Kısaca ifade etmek istediğim husus şudur ki, uydurma kelimelerin nasıl sinsice beyinlerimizde yer edip, itina ile yazdığımız yazılara ve konuşmalarımıza dahi girebildiğini göstermekten ibarettir.
Uydurma kelimelerin birçoğu Türkçe ve yabancı asıllı kelimelere Türkçe’de bulunmayan uydurma ekler getirilmek suretiyle yapılmaktadır. Hepsi Türk dili’nin gramer kaidelerine aykırıdır. Onun için yanlıştır, onun için uydurmadır. “sel” ve “sal” ekli kelimelerinin kullanılması bugün o kadar yaygın hale gelmiş bulunmaktadır ki, bazı gafiller, hatta aydın dediğimiz bazı yazarçizer takımı dahi askersel, yaşamsal ve daha nice buna benzer selli, sallı, tadsız tuzsuz ve mezhepsiz kelimeleri kullanmakta herhangi bir mahzur görmemektedirler.
Netice itibariyle, bazı çevre ve kimselerin, halkımıza, edebiyatımıza, kültürümüze mal olmuş kelimeleri atmak suretiyle, yerlerine lisanımız ile hiçbir alakası olmayan uyduruklarını koymayı niçin istediklerini anlamak mümkün değildir.
Bu husus ile alakalı mülahazalar ikinci kısımda anlatılmaya çalışılacaktır.
Faydalanılan Kaynaklar
1- Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş’ ın Türkçemiz ve Uydurmacılık isimli kitabı,
2- Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu’ nun Türkçenin Karanlık Günleri isimli kitabı.