Adnan Menderes
Çocukluğumdaki çevremde Adnan Menderes’ten hep sevgi ve saygı ile bahsedilirdi. O’nun ve DP’nin dine, manevi değerlere önem verdiğine, millete hizmet için samimiyetle çalıştığına inanılırdı.
İsmet İnönü CHP’sinin yönetiminde, dünya savaşı sonrasında yaşanan ekonomik sıkıntılar yanında, o zamanki dünyadaki faşist diktatörlüklerden etkilenen yönetim tarzı, devleti temsil eden CHP ile millet arasında ciddi bir soğukluk oluşturmuştu.
DP ve Adnan Menderes, ABD ile siyasi yakınlaşması neticesinde temin ettiği dış ekonomik yardımların katkısı ve izlediği serbest piyasaya geçiş politikaları ile millete ciddi anlamda hizmet götürmeye başlamıştı. “Hasolar Memolar” olarak aşağılanan “şapkalılara” kısaca hor görülen köylüye değer verildiğini hissettiren söylem ve eylemler DP’yi ve Menderes’i 10 yıl iktidarda tuttu.
27 Mayıs İhtilalı sonrasında, Yassıada’da yargılanmaları sonucu Adnan Menderes ve iki bakanının idam edilmesi ise, büyük bir adaletsizlik ve vicdansızlık olarak değerlendirilmekteydi. Yassıada Mahkemesinde “bebek davası” “köpek davası” gibi suçlamaların Menderes’i sevenler gözünde hiçbir olumsuz etki yaratmamıştı. Çünkü bunların birer iftira olduğunu düşünüyorlardı.
İhtilalın mazlumu olarak milletin kalbinde yer eden Adnan Menderes’in adı Türkiye’de binlerce çocuğa verildi. Demirel de Menderes rüzgârıyla seçimler kazandı.
Sağcı ve muhafazakâr insanların desteklediği Adnan Menderes’in çapkın bir adam olduğu, 1940 larda Mukaddes adlı bir bayanla, 1950’li yıllarda ise Ayhan Aydan (ilişkileri başladığında orkestra şefi Hasan Ferit Alnar’la evliydi) ve Suzan Sözen (İstanbul Emniyet Müdürünün eşi) ile metres hayatı yaşadığı bu çevrelerde ya bilinmiyordu veya hiç konuşulmazdı.
Özel hayatındaki bu zaaflara karşılık ülkeyi bir şantiyeye çevirmesi ve devlet millet kopukluğunu giderici hizmetleri O’nun unutulmamasına yol açtı.
Bunu yaparken ABD politikalarına tam bir uyum içinde oldu. Hatta Başbakanlık binasında görev yapan ABD’li bir ekibin Başbakan’a gelen bütün evrakı denetlediği bir bağımlı yapının oluşmasına göz yumdu.
Yüceltme veya reddetmeye dayalı siyah beyaz değerlendirmeler, bir kısmımızın O’nun kusurlarını abartıp, hizmetlerini görmemize engel oldu. Diğer kısmımız ise hizmetlerini abartıp, kusurlarını görmezden geldik. Oysaki gerçek gri tonların içinde ifade edilebilirdi.
* * * * * * * * *
Mustafa Kemal
Bu yıl 10 Kasım öncesi Atatürk ile ilgili tartışmalara Can Dündar’ın “Mustafa” isimli belgesel filmi damgasını vurdu. Neden “Mustafa” diye sorulduğunda “en insani, en yalın halini anlatmak istedim” şeklinde cevaplamıştı Can Dündar bir programda.
Oysa bazıları filmde anlatılan Mustafa’nın, Mustafa Kemal’in özelliklerini yansıtmadığını ve Atatürk düşmanlarının ekmeğine yağ sürdüğünü düşünerek eleştiriyordu. Yılmaz Özdil’in ifadesiyle filmde anlatılan Mustafa özetle şöyleydi:
“Sarhoş. Kafayı bulunca ağlayan… Çevresine eziyet eden… İtiraz edeni asan… Arkadaşlarını satan… Goygoycuların dolduruşuna gelen…”
“Milletten bihaber. Hatta milleti küçümseyen… Alay eden. Batı hayranı.”
“Sefa düşkünü. O balo senin… Bu balo benim, gezen. Zampara. Cephede bile karı-kız düşünen…”
“Dinsiz.”
“Kendi heykellerini diktiren… Megaloman. Bencil.”
“Günde 3 paket sigara içen. Usul usul intihar eden… Psikolojik bunalımda… Yalnız. Çaresiz. Basiretsiz. Zavallı bir adam.”
“Mustafa’daki Mustafa bu.”
Filmi henüz seyretmedim. Ancak abartılmış ta olsa, insani bazı zaafları olmasının ve hatta olmayan kötü özellikler (dinsiz olması gibi) isnat edilmesinin, Atatürk’ün değerini düşürmeye yetmeyeceğini düşünüyorum.
Bana göre Mustafa Kemal’in en önemli iki ilkesi “tam bağımsızlık” ve “hâkimiyet-i milliye” yani “egemenliğin millette olduğunu” ifade eden görüş ve uygulamalarıdır.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan 85 yıl sonra “borç alanın buyruk da aldığını” görmekten muzdarip olanlar ile “millet hâkimiyeti” yerine, iç ve dış güç odaklarının hâkimiyetini görmenin acılarını paylaşanlar, Atatürk’ün bu ilkelerinin önemini daha kuvvetle anlamaktalar.
Bütün olumsuz şartlara rağmen, insan kaynaklarının yanında, ekonomik kaynaklarımızın da tarumar edildiği bir ortamda bu iki ilke kapsamında başarılanlar muhteşemdir.
Mustafa Kemal’in beşeri zaaflarını abartarak O’nu zavallı bir adam durumunda göstermek de, O’nu “insan ve devlet adamı olarak hiçbir zaafı, hatası, kusuru bulunmayan kutsal bir varlık olarak tanımlamak ta yanlıştır.
O’nun büyüklüğünü anlamak için sadece “Gençliğe Hitabesi”ni bir kere daha okumak bile kâfidir.