Bir haftada önce Diyarbakır-Lice’de askeri karargahın bahçesindeki, sonra Musul Başkonsolosluğundaki Türk bayrağı iç ve dış terörist güçlerce indirildi. Önce Irak’ta ABD’nin çekilmesinden sonra başlayan çözülme süreci ve iç savaş, ardından Kuzey Afrika ülkelerinde ve Mısır’daki kanlı çatışmalar ve iç savaş, son olarak Suriye’de Beşar Esad’a karşı başlatılan iç savaş ve bölünme süreci son aşamasına gelmiş bulunuyor. Bu, aynı zamanda BOP(Büyük Ortadoğu Projesi)nin de sonuna gelindi demektir.
2000’li yılların başında ABD yükselen Çin ve Hindistan gerçeği karşısında petrol bölgesi olan Ortadoğu’nun çatışma bölgesi olarak kalmasını istemiyordu. Burada önemli rol üstlenecek bir aktöre ihtiyaç vardı. İran’daki İslam devriminden ve Mısır’daki Müslüman Kardeşler’den rahatsız olduğu için tek seçenek Türkiye kalıyordu. Türkiye’de yeni kurulan partinin genel başkanını ABD’ye çağırdılar. “İsrail’in marjinal bir ülke olmaktan çıkıp bölge ülkesi olmasına, bu coğrafyada radikal İslamcı grupların(El Kaide vb.) iktidar olmalarının önlenmesine ve petrol kuyularının ve enerji nakil hatlarının zarar görmemesine yardımcı olacaksın. Bunu kabul edersen, seni iktidar, Türkiye’yi Batı’nın Japonya’sı yapacağız” dediler.
Yeni kurulan partinin genel başkanını da BOP(Büyük Ortadoğu Projesi)nin Eşbaşkanı yaptılar. Bundan sonrasını İslamcı yazar Ali Bulaç anlatıyor: “2000-2002 arası görüşmelerde AK Parti’nin önü açıldı. Clinton havadaki uçağından AB’ye, “Türkiye’nin önündeki engelleri kaldırın” direktifi verdi. Türkiye’ye geldiğinde de “21. Yüzyıl’ı Türkiye inşa edecek” dedi. Bu bir kelam-ı rüşvet değil, bir stratejiydi. “Seni engelleyen askerse tasfiye edeceğiz” dediler. Reformlar yapıldı, sermaye arttı. Türkiye’nin sinerjisi, Arap Baharı’na da ilham kaynağı oldu.”
Ardından “Stratejik Derinlik” kitabının yazarı Dışişleri Bakanı oldu. Başbakanı, Osmanlı İmparatorluğu’nu ihya edecek adam olduğuna inandırdılar. “Sen, İslam âleminin lideri olacaksın. Balkanlardan Kafkaslara, Orta Afrika’ya kadar yeniden Osmanlı’yı kuracaksın” dediler. Bulaç’ın ifadesine göre “Tıpkı Enver Paşa gibi, yeni bir Osmanlı İmparatorluğu kurmanın şehvetine kapıldılar!” 2012 yılının başında Kayseri’de, Ahmet Davutoğlu, “1911 öncesi sınırlara döneceğiz. Kaybettiğimiz bütün toprakları alacağız. Biz olmadan bölgede yaprak kımıldayamaz” dedi. Bu, Saraybosna’dan Yemen’e, Kırım’dan Orta Afrika’ya kadar, 20 milyon kilometrekare üzerindeki ülkelere egemen olmak demekti.
Bu arada dış destekle Ergenekon ve Balyoz operasyonlarıyla ülkedeki millî hassasiyeti olan kişi, kurum ve kuruluşlar etkisiz hale getirildi. Çeşitli yöntemlerle elde edilen büyük medya gücüyle yürütülen algı yönetimi halkın olayları doğru algılamasını önledi. Bu süreç hala devam ediyor. Erdoğan Suriye üzerinden Ortadoğu’ya hakim olmak istedi. Bunun için Esad’a karşı Suudi Arabistan’la işbirliği yaparak Esad’a karşı olan silahlı güçleri destekledi. Burada Türkiye, Suudiler’in tuzağına düştü. Esat’ın üç ayda etkisiz hale geleceği hesaplandı. Esad’ı devirmek için eli kanlı terörist gruplara cephane, silah, askeri malzeme ve para yardımı yapıldı.Suriye’ye geçecek olan terörist grupları ülkemizde devlet imkanlarıyla barındırıldı. Sınırlarımız terörist gruplara açıldı. Yaralananlara her türlü tedavi desteği sağlandı. Fakat yapılan hesap tutmadı. Esad’a karşı savaşan radikal İslamcı grupların yaptığı mezalimden rahatsız olan ABD, birden rota değiştirerek Şii eksenine kaydı. Beklenmeyen bir şey daha yaptı, Ruhani’nin seçilmesinden sonra yıllardır görüşmediği İran’la da temas kurdu.İktidar şu ana kadar dış politikada ve özellikle Ortadoğu’da tam başarısız oldu. Bir tane dostumuz kalmadığı gibi bir de hepsi bize düşman oldular.
Ayrıca iki yıldır sürdürülmekte olan “Barış süreci” ile de Türkiye bölünme sürecine sokuldu. Güneydoğumuzda bölücü Kürtçüler kalkışmalara başladı. İktidar askeri kışlaya, polisi karakola hapsetti. PKK teröristleri ise hem silahları bırakıp dağdan inmedikleri gibi yakmaya , yaralamaya, yağma etmeye, yol kesmeye, kimlik kontrolü yapmaya, adam ve çocuk kaçırmaya, makbuz karşılığı haraç ve vergi toplamaya ve sonunda askeri birliğe girerek direkten Türk bayrağını indirdiler. Bölücü PKK teröristlerine karşı sessiz kalanlar, ülkenin birlik ve dirliğini savunanları düşman bellerken, PKK teröristlerinin sırtını sıvazladılar. Türkiye’nin kaderinin, İmralı ile Kandil arasındaki pazarlığa bağlandığı bir süreci yaşıyoruz.
Son olarak iktidarın desteklediği terörist gruplardan IŞİD, Musul’da Türk Konsolosluğunu bastı. Türk bayrağını indirdi. Konsolosluk çalışanlarını, ailelerini ve koruma görevlilerini tutukladı. Çok sayıda şoförümüzü de rehin aldı. Bu tarihimizde bir ilktir. İlk defa bir konsolosluğumuz ele geçirilmiştir. Kerkük’teki Irak askeri birlikleri geri çekildi, Peşmerge güçleri şehri ele geçirdi. Musul’u da IŞİD örgütü ele geçirdi. Kuzey Irak’taki yönetim Türkmen bölgelerini de topraklarına katarak bağımsızlığını ilan etmeye hazırlanıyor. Böylece Irak’taki Türkmen varlığı peşmergelerin insafına bırakılmış oluyor. Bütün bunlar bir danışıklı dövüşün sonucudur. Tarih boyunca olduğu gibi, bu defa da oyunu biz kaybedeceğiz.
Stratfor’un başkanı George Friedman,”The Next 100 Years – Gelecek Yüzyıl” isimli kitabında “…ABD’nin hedefi, İslami dünyayı istikrarsızlaştırmak ve onları birbiri ile mücadeleye sürüklemek, böylece İslami bir imparatorluğun yükselmesini önlemektir …” diyor. ABD, bu hedefine yavaş yavaş ulaşmak üzeredir. Açıkçası, ABD’nin, Suudilerin, Rusya’nın, Esad’ın gözetimi ve desteğinde, Türkiye’nin basiretsiz politikaları sonucu Suriye ve Irak bölünüyor. Türkiye ise kendi içinde etnik ve inanç kimlikleriyle bölünmeye sürüklenerek , ekonomik ve de siyaseten bağımsızlığını ve gücünü kaybetmeye başlamıştır. Güneydoğu’da yakın bir gelecekte bir oldu bitti ile karşı karşıya kalabiliriz.
BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) hedefine ulaşmak üzeredir. Ortadoğu’daki devletler, bir taraftan eyaletlere bölünürken, diğer yandan da bölge iç savaşla sürekli kaos halinde tutulacaktır. En sonunda görevini tamamlayan BOP Eşbaşkanının da hesabı görülecek ve işi bitirilecektir.