Hatayı hep kendimizde
-Bütünüyle- Türk Devleti’nde aramayalım.
Nitekim Türk Devleti’nden ne içtekilere ne dıştakilere
-Tarih boyunca- asla zarar gelmemiştir.
Bugün de gelmiyor. Yarınlarda da gelmeyecektir.
Batı karşısında kompleksten kurtulalım.
Ve asıl onlardan soralım.
Onları sorguya çekip, onları sorgulayalım.
Ve özellikle kendi alt kimliklerine el atalım.
Onları uyandırmak isteyelim.
Bakalım, başka devletleri kışkırtmak neymiş,
Tattıralım onlara.
Dünyanın kaç bucak olduğunu gösterelim.
İğneyi bir de onlara batıralım.
Batıralım ki anyayı Konyayı anlasınlar.
Yoksa yapma etme demekle bir yere varılmaz.
Yapma etme demekle gelmez onlar yola.
Bir zamanlar, garbın elçileri
Hasret kaldığı gibi, üzengi öpmeye.
Onların hasretini giderecek
Uygulamaya geçelim bir kez de.
Bakalım nasılmış görsünler
Ülke insanlarını devleti aleyhine kışkırtmak!
İkinci Sultan Abdülhamit Han’ın
Siyaset dehasından istifade ettiğimiz an.
İşte ancak o zaman Batılı, Beyaz ve Hristiyan devletlerin aklı başına gelir.
İsterse gelmesin.
Evet Türkiye’de Cumhuriyet’ten sonra bazı aşırılıklar olduysa da,
Buna bütün Türkiye maruz kaldı.
Bunu, belli bir etnik / kavmî ve ırksal bir zümreye karşı
Yapılmış gibi göstermek çok yanlış.
Elbette Türkiye’de Kürt, Laz, Arnavut, Çerkez vs. sorunu yok.
Varsa, hepimizi ilgilendiren, topyekün Türkiye’nin sorunları var demektir.
Meseleye böyle bakmak lâzım.
Bunu bir ırka indirgeyerek ele almak
Diğer ırk mensuplarını gücendirmez mi?
Ve hatta acı acı düşündürmez mi?
Evet Türkiye’nin mesele ve sorunları yığınladır.
Ama bunu bölgesel olarak ele almamalı.
Bölgesel olarak görmemeli.
Belli bir etnik guruba indirgememeli.
Türkiyemizin topyekün -menşe ve kökeni ne olursa olsun-
Türk insanının, Türk vatandaşının sorunu olarak görmeli, göstermeli.
Aksi tutum ve davranışlar;
Batı’nın oyununa gelmektir.
Son vatan Türk Yurdu’nun temeline
Dinamit koymaktan farksızdır.
Batı’nın altın kupayla sunduğu zehri içmektir.