Öncelikle İslam
dinine mensup bir Müslüman’da olması gereken ana özellikler;
Müslüman; salim,
selim, olgun, samimi, dürüst güvenilir kişi demektir.
Siyasi ümmetçi/Arapçı ise; İslamı ve Müslüman’ı
sömüren, kullanan, satan, bundan getirim ve haram para kazanan, dürüst olmayan,
oy ve millet malını çalan, kul hakkı yiyen, beytülmali soyan, yalancı, üçkâğıtçı,
nefsine yenik, takiyeci, milliyetsiz, demokrasi ve hukuk düşmanı icraatların
içinde yer alır.
Halkının çoğunluğu Müslüman olan hiçbir ülkede
İslam ve Müslümanlar söz sahibi değildir. Şekil, üslup, sembol olarak İslamı
dibine kadar kullanan, satan, haramzade siyasi ümmetçiler hâkimdir, dışa
bağımlı ve bir büyük emperyal devlete hizmet eden, projelerinde rol alan
şahıslar hükümrandır. Bu böyle devam ettiği müddetçe Müslümanlar sahte, sözde İslamcıları,
siyasi ümmetçileri başa geçirttikçe, onlardan nema peşine koşmaya devam
ettikçe, ne İslam ne Müslüman ayağa kalkamayacak, devamlı emperyalizme yenik
düşecektir.
Bu manada Atatürk
dinle değil, din adına oynanan trajedi ile din adına ulusu medeniyet
dünyasından ayıran, ulusu cahil bırakan, geri bırakan, yoksul bırakan kafa ile düşünce
ile inanışla savastı.
O halde Laiklik
ilkesine her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır:
Bu sebeple din ve
dünya işlerinin birbirinden ayrılması, dinin asla devlet ve dünya işlerine
karıştırılmaması ve herkesin inanışında serbest olması lazımdı. Laiklik bu idi
ve hiç vakit kaybetmeden devletin laik olması gerekti.
‘’Her şahsın fikir,
vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır. Bu hak, din veya kanaat değiştirme
hürriyetini, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık olarak veya
özel öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlere izhar etme hürriyetini gerektirir.’’Bu
ilkelerin uygar toplumlarda gerçeklik kazanması, yüzyıllar boyunca süren bir
fikir savaşı sonunda kazanılmış bir başarıdır.
Biz her vasıtadan
yalnız ve ancak bir bakımdan faydalanırız. O da şudur: Türk ulusunu uygar
dünyada, layık olduğu mevkie çıkarmak ve Türkiye Cumhuriyeti’ni sarsılmaz
temelleri her gün daha ziyade kuvvetlendirmek… Ve bunun için de istibdat
fikrini öldürmektir
Bu bakımdan
cumhuriyetin en büyük eseri laiklik devrimdir. Cumhuriyetçilik, halkçılık,
devletçilik, milliyetçilik, devrimcilik ancak laik bir fikrin temelleri
üzerinde yükselebilir.
Bütün devrimlerimizin
temeli olan laiklik zedelendiği anda, bu temel üzerine kurumlu olan bütün
devrim düzenimiz büyük bir çöküntüye uğrar.
Sonuç olarak
diyebiliriz ki laiklik yani fikir ve vicdan hürriyeti, bütün devrimlerimizin temeli,
ruhu, özü hatta kaynağıdır.
‘’Tanrı ile kulun
arasına girilmez.’’atasözümüz, laikliğin Türk ruhundaki özlülüğünü ne güzel
belirtmektedir.
*
Bir toplantıda,
Mustafa Kemal kürsüye çıkar ve sorar; ‘’Arkadaslar, buraya gelmeden önce
hepinizden Bakara Suresi’ni 288’e kadar okumanızı rica etmistim. Kimler okudu
Bakara’yı 288’e kadar?’’
Salondaki bütün eller
istisnasız olarak bu ricayı yerine getirdiklerini belirtmek için havaya kalkar.
Bunun üzerine Mustafa Kemal sözlerine devam eder:
‘’Beyler iste
kuracağımız devletin neden din temeline dayanamayacağının açıklaması ortadadır.
Bakara Suresi yalnızca 286 ayettir.’’