Benzetme sanatına, ya anlatımı etkili kılmak için ya da soyut bir durumu somutlaştırmak için başvururuz. “Dostlar yıldızlar gibidir, karanlıkta ortaya çıkar, zor durumda kalanlara yol gösterir.” dersek, dostları yıldızlara benzeterek anlatımı daha etkili kılmış oluruz. Bu etkiyi anlayabilmek için cümledeki benzetmeyi kaldırmak yeterlidir. “Fesatlık bir kurt gibi kemiriyor içimizi.” dersek, somutlaştırarak soyut durumun anlaşılmasını kolaylaştırmış oluruz.
Natüralistler, dünyayı bir fanusa, insanı da fanus içindeki kobaya benzetmişler. Onlara göre her insan bir kobaydır. Değer yargılarımıza göre olaylara, mevhumlara anlam yüklüyor, bu anlamı başkalarına anlatabilmek veya anladıklarımızın kolay anlaşılmasını sağlamak için onu bir şeye benzetiyoruz. Bana göre dünya bir kibrit kutusu, insanlar da o kutunun içindeki birer kibrit çöpü.
Dünyanın kibrit kutusuna, insanoğlunun kibritlere benzetilmesi şekil ve işlev açısından pek denk düşüyor. İnsanlar, dünya denen mekanda konuşlandırılıyor, kutudaki kibritler gibi. Sıra sıra diziliyor, sırası gelen gidiyor. Kibritin insanlardan tek farkı, insanların aynı boyda olmaması. Kutuya konan her kibrit, sırası geldikçe bulunduğu mekanı sessizce terk ediyor.
Kibrit, kutuya girmeden önce ağaçta sadece bir kıymık. İşleniyor, kafasına kimyasal maddeler yapıştırılıyor, sonra bir değer olsun diye kutuya konuyor. Kutuda yerleşik düzen bekleyen kibritlerin bir işe yaraması için oradan çıkması ve kutunun kenarındaki başka bir kimyasal bileşime sürtünmesi gerekiyor. O, kendince ne yanabiliyor ne yakabiliyor. İnsanın da bir değer üretmesi için çevresi ile iletişimde bulunması gerektiği gibi.
“Kibrit” sözcüğüyle, vasıflı isim kazanan ağaç kıymığı, eğitimiyle değerine değer katan insan gibi, artık aranan, önemsenen varlık oluyor. Kutudaki sakin duruşu, sosyal hayatta yer almasıyla, değişiyor, onu kullanan kişinin niyetine göre ya yakıcı ya aydınlatıcı oluyor.
İnsanlar vardır hayatta, onlar varlıklarıyla ışık olurlar, aydınlatırlar geleceğimizi. Sönmeyen ışıktır onlar. Yunus Emre, Beydeba gibi. “Bir alimin ölümü, alemin ölümü.” denir bu tür insanlar için. Bir kıvılcımdır onlar kendilerince; ama tutuşturdukları meşale zaman üstü aydınlatma gücüne sahiptir. Bir kibrit de meşale için küçük bir kıvılcımdır başlangıçta, sonra o, karanlıkların düşmanı olur. Alimler de cahillerin düşmanıdır. İnsanlık, bunalımlarını alimlerin doğru yol göstermeleri ile aşar. Kibritin ilk kıvılcımı, bazen yok olmanın, yıkılmanın, yanarak ölmenin de sebebi olabilir; insanlığın zulüm görmesine, vatansız bırakılmasına, birbirine düşmanlığına, savaşmasına yol açan insanlar gibi. Hitler, Neron, Timur, Hülagu Han kutudaki kibritlerden biriydi. İnsanlığa ne verdiler kan, göz yaşından başka? O dönemlerin insanları korkuyla, öfkeyle, hınçla geçirdiler hayatlarını. Düşmanlık ektiler, zulüm biçtiler bu insanlar. Şehirler, kütüphaneler yaktılar; medeniyetleri yok ettiler. Keşke masum bir kibrit olarak kalsalardı kutularında.
Bazen alırsınız kibrit çöpünü elinize, çakarsınız, bir türlü kıvılcım çıkartamazsınız ondan. Ya rutubetlenmiş ya da kimyası bozulmuştur kibritin. Bir işe yaramadığında kırar atarsınız onu homurdanarak. Ne yanan ne sönen insanlar gibi. Zaten sönüktür onlar. Kendisine de faydaları yoktur onların, asalaktır kutuda her biri. Bazı kibritler de dibine kadar yanar, etrafına bir faydası olmadan kömür olur gider. Sadece bir küldür geride bıraktığı. Onun için harcanan emek de boşa çekilen kürektir insanlık için. Herkes ona bir değer vermiştir; fakat o buna layık olamamıştır. Kül, kömür, duman bırakarak gitmiştir o.
Evrende bir kibrit çöpü olmak, hepimiz için kaçınılmaz. Önemli olan, bu fani dünyada hangi rolü oynadığımız ve giderken hangi eseri bıraktığımız. Nasıl yaşarsak öyle öleceğimiz, kesin. Ölümün ne zaman geleceğini bilmiyoruz. Belki bugün. Bugünden, örnek bir yaşantıya başlamak lazım. Rutubetlenen bir kibrit de olabilirsiniz, kendi kendine küllenen kibrit de. Ortalığı aydınlatan da olabilirsiniz, korkunç bir yangını başlatan da.
Hiç adet edinmedim; ama artık yanımda bir kibrit taşıyacağım; ondan ibret almak için…