Zillet / aşağılık içinde esaret altına girmemek için, aklımızı başımıza almalıyız! İhtilâf ve ayrılığımızdan istifade edip yararlananlara karşı “Mü’minler ancak kardeştirler.” kudsî / kutsal kalesi içine girmeliyiz. Tahassün edip sığınmalıyız. Yoksa, ne hayatımızı muhafaza edip koruyabilir, ne de hukukumuzu ve haklarımızı müdafaa edip savunabiliriz.
Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizan / terazide iki dağ birbirine karşı muvâzene / dengede bulunsa, bir küçük taş dengelerini bozup onlarla oynayabilir. Birini yukarı çıkarır, diğerini aşağı indirir.
İşte ey birbirinin kardeşi olan mü’minler / inananlar! İhtiraslarımız ve husûmetkârâne / düşmanca tarafgirliklerimizden, kuvvetimiz hiçe iner. Bu durumlara fırsat vermemeliyiz.
Gaflet
Hakikî Mâlik’ten / mülkün gerçek sâhibinden gaflet, nefsin fir’avunluğuna sebep olur.
Evet, tasarrufu altında bulunan bütün şeylerin / varlık ve yaratılanların Hakikî Mâliki’ni unutan!
Üstelik kendisini kendine mâlik zanneden ve sanan, hâkimiyet tevehhümünde / vehim ve zannında bulunur!
Başkalarını da, bilhassa / özellikle esbâbı / sebepleri de kendisine kıyasla; hâkim ve mâlik defterine kaydeder. Bu gibi vesîlelerle Allah’ın malını ve mülkünü, kendilerine taksim ederek bölüştürür! İlahî hükümlere karşı muâraza, mübareze; yani bir çeşit çekişmeye girişerek; onlara meydan okumaya başlar!
Hayâtın Gayesi
Bu hayâtın gayesi / amacı ve netîcesi; ebedî hayât olduğu gibi, bir meyvesi / netîcesi de, hayâtı veren Hayy / hayât sâhibi ve diri olan ve Muhyi / hayatı yaratan Allah’a karşı şükür ve ibadet etmekdir. Hamd ve muhabbetle Allah’ı sevmektir. Bu şükür, muhabbet, hamd ve ibadet ise, hayâtın meyvesi olduğu gibi, kâinatın da gâyesidir. Bundan anlamalı ki, bu hayâtın gayesini: “Rahatça yaşamak, gaflet içinde lezzetlenmek ve heveslerine göre nimetlenmektir!” diyenler, gayet çirkin bir cehaletle inkâr ederler. Belki de kâfirâne, pek çok kıymetli olan hayat nimetini, şuur hediyesini ve akıl ihsanını hafife alarak, dehşetli bir nankörlük ederler.
Tevekkül
İnsan zayıftır. Belâları çok. Fakirdir, ihtiyacı pek ziyade. Âcizdir, hayat yükü pek ağır. Eğer celal sahibi, kudreti sonsuz olan Allah’a dayanıp tevekkül etmeyip güvenmezse, itimat edip teslim olmazsa, vicdânı daim azap içinde kalır. Netîcesiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş veya canavar eder.
Tevekkül ise, Allah’a güvenerek işin sonunu ona bırakarak; sebepleri bütün bütün reddetmek demek değildir. Belki sebepleri; Allah’ın kudretinin perdesi bilip riayet ederek, sebeplere teşebbüs etmek / başvurmaktır. Bir çeşit fiilî dua olarak kabul edip; sonuçları yalnız Cenab-ı Hakk’tan istemek. Sonuçları sadece O’ndan bilmek ve O’na minnetdar olmaktır.
Gaybı Bilmek
İlm-i gayb / gaybı bilmek Allah’a mahsustur. Hiçbir velî, bu husûsta tasarruf sâhibi değildir. Bunu yapamaz ve gaybı bilemez. Hatta peygamberler de bilemez. Evet, herkes bizzât gaybı bilemez. Fakat Allah’ın bildirmesi ve ilham etmesi ile bilinebilir ki, bütün mucizeler ve kerâmât / evliyaların kerametleri buna dayanır.