Kutsal Emanetler ve Gerçekler

98

Hep derim ya: Tarih; vicdanımıza kazınan olayların hafızası, gerçekler ise zamanın vicdanıdır.

İşte tarihin bu unutmaz hafızası, muhteşem tarihimizi kirletmek isteyenlere, türlü karanlıklarla bezeli özgeçmişlerini göz ardı edenlere, bir zamanlar dost görünüp de; İngilizlerle işbirliği yaparak ceddimizi sırtından hançerlediklerini unuttuğumuzu sanan kimi çöl farelerine anında cevap veriyor…

Hele ki, günümüzün petrol-dolar şımarıklığıyla şanlı tarihimize, tarihe şan veren kahramanlarımıza edepsizce dil uzatmak cüretinde bulunanların; bugün yaşadıkları coğrafyaya asırlar boyunca hükmeden ceddimizin tebaası olduklarını unutmuşlarsa..!

Ortadoğu coğrafyasında mevcut devletlerin bugünkü hali ortada!

Onları anlatmaya ne yazı yeter, ne de söylemekle biter…

Ama o coğrafyanın da bir dili, tarihe iz bırakmış gerçekleri var…

İşte bu gerçekleri görmezden gelen, günümüzde adına ‘Birleşik Arap Emirlikleri’ denilen bir ülkeciğin dışişleri bakanı çıkıp da, tarihimizi karalamaya kalkınca, tarihe şan veren kahramanımızı alçakça suçlayınca; cevabını yine tarihin unutmaz hafızası verdi.

Bu densiz dışişleri bakanı; Birinci Dünya Harbinin yaşandığı dönemde ‘Medine’nin Kahraman Müdafi-i olarak bilinen Çöl Kaplanı Ömer Fahrettin Türkkan Paşamızın; ‘Mescid-i Nebevi’deki Kutsal Emanetleri kahramanca koruduğu gerçeğini görmezden gelerek onu ”hırsızlıkla” suçlayınca, bu densizliğine karşı tepkiler ülkemizde çığ gibi büyüdü.

Başta Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanlığı yetkilileri olmak üzere; mecliste bulunan partilerin genel başkanları, pek çok kurum ve kuruluş temsilcileri, dünyayı dolar gözlüğüyle gören bu şeşi beşe gereken cevabı verdiler.

Ve çok doğaldır ki, o süreç bir kez daha yazıldı, konuşuldu.

Tarih sayfalarının yazdığı gerçek ise şuydu:

Fahreddin Paşa; Mescidi Nebevi ‘deki’ (Hicret’ten sonra Medine’de Muhammed bin Abdullah ile ashabı tarafından inşa edilen, Hz. Muhammed’in kabrini ihtiva eden mescittir. Nebevi sözcüğü Arapça ‘da “peygambere ait” anlamına gelir. Dolayısıyla tamlamanın anlamı Peygamber Mescididir. Mescit-i Nebevi, Mekke’de bulunan Mescidi-i Haram’dan sonra Müslümanlara göre ikinci en kutsal mescittir.) İslam âleminin bu en kutsal yerini, Medine’de bulunan kutsal emanetleri, eşi emsali olmayan kıymetli hediyeleri; Mondros Mütarekesine rağmen İngilizlere teslim etmeyip; 3 ay boyunca aç, susuz kalmalarına rağmen kahramanca savunmuş, tümünü İngilizler ele geçirmesinler diyerek İstanbul’a devletimizin korumasına göndermiş, Topkapı Sarayında koruma altına alınmasını sağlamıştır. Bu gerçeği karalamaya çalışan o kendini bilmezin ceddi de; İngilizlerle işbirliği yapıp, o kahraman paşamızı sırtından hançerlemiştir.

Ancak unutulmasın ki, o dönemde Osmanlı zabitlerinin pek çoğu orada vatan topaklarını savunmak için mücadele etmişler; Filistin’i, Kudüs’ü korumaya çalışmışlardır.

Medine kahramanı Fahrettin Paşayı yazan tarih sayfaları; Arap çöllerinde savaşan Mustafa Kemal Paşayı da, Albay İsmet’i de yazmaktadır. Onlar ve niceleri mücadelelerinin son gayretine geldikten sonra istemeyerek o toprakları kaybetmişlerdir.

Günümüz Ortadoğu’sunda emperyalizme biat ederek iktidarda kalmaya çalışan bu petrol-dolar şımarıklarının o süreçte neler yaptıklarını, hangi ihanetin peşinde koştuklarını tarih sayfaları anlatmaktadır…

Amerikan İmparatorluğunun çıkarlarını ‘dolar milyarderi’ olarak temsil eden bu gibiler; menfaat ilişkisi içinde oldukları efendileri nasıl isterse öyle konuşur, neyi isterse onu yaparlar, onların kuklasıdırlar. Bu devletlerin yönetimleri monarşi de olsa; ancak bu şekilde iktidarda kalabilirler!

İşte Birleşik Arap Emirliklerinde de böyle bir yönetim iktidardadır, Dışişleri Bakanı denilen o şahıs da emperyalizmin kuklasıdır.

Pekiyi, tarihte bu konuyla ilgili bir başka gerçek daha yok mudur?  Var ise! Böylesine önemli bir konu gündeme gelmişken neden unutulmuştur?  En azından bir iki cümleyle de olsa niçin hatırlanmamıştır?

Nedir bu gerçek?

İslam’ın Kutsal Emanetleri ‘Çöl Kaplanı’ lakaplı Kahraman Fahreddin Paşamız tarafından İstanbul’a gönderildikten, Osmanlı Devletince Topkapı Sarayında korumaya alındıktan sonra:

Bu kutsal emanetler; bir kez daha 2’nci dünya savaşında, Hitler sınırlarımıza kadar dayanıp da; savaş tehdidiyle karşı karşıya kaldığımızda, bir tehlike daha yaşamıştır.

Pekiyi böylesine önemli bir gerçek bugüne değin neden açıklanmamıştır. Bilinmez! Belki de bu gerçeği tarihe not düşen kişi duyulmasını/duyurulmasını istememiş olabilir.

Ama bir kez daha tarihin unutmaz hafızası dile gelmiş;  işte bu gerçeği de, o tarihi şahsiyetin torunu CHP Ankara Milletvekili Sn. Ayşe Gülsün Bilgehan Edirne’de vermiş olduğu:

”İsmet İnönü ve Lozan” konu başlıklı konferansında şöyle açıklamıştır:

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuyla ilgili tepkisini doğru bulduğunu belirten Bilgehan; “Sayın Cumhurbaşkanı Fahrettin Paşa’yı anlattı, ama orada açıklayamadığı bir cümle söyledi. Onu açıklamak İnönü’nün torunu olarak bana düşüyor. Çok önemli tarihi bir olay” diyerek, Kutsal Emanetlerin korunması amacıyla gizlice Niğde’ye götürüldüğünü anlatan Bilgehan, şunları söylemiştir:

“İşte bu süreci yaşayan İsmet Paşa, yine o Kurtuluş Savaşı dönemindeki kâbusu görmemek, o acıları bir kez daha milletine yaşatmamak için Türkiye’nin 2’nci Dünya Savaşı’na girmesini istemiyordu. Ama o kadar büyük bir tehlike çemberindeydi ki Türkiye!  Almanlar Türkiye’nin Bulgar sınırına kadar gelmiş, buradan bir hava saldırısına uğraması mümkün…  İşte o dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, ilk kurtarılacak değerler olarak Fahreddin Paşa’nın getirdiği, Topkapı Sarayı’nda saklanan kutsal emanetler başta olmak üzere 381 koliyi 48 vagona yükleterek Topkapı Müze Müdürü ve ailesi ile 30 kişilik bir ekiple, çok gizli bir harekâtla o emanetleri Niğde’ye götürüyor. Ve Niğde’deki 3 camiye o eserleri yerleştiriyorlar. O eserleri hem içten, hem de dıştan gelebilecek tehlikelere karşı korumak için İnönü o camilerin önüne askerleri koyuyor. İbadet yapılmasın, camiler kapatılsın diye değil, o kutsal emanetleri korumak için…”

Kutsal Emanetler orada 4 yıl kalıyor. Onun için o camilerin önünden geçenler, orada ne olduklarını bilmedikleri içindir ki, caminin kapatıldığını düşünüyor.

Ama bu nasıl bir devlet ciddiyetidir ve gizli kahramanlıktır ki, bu konu daha yeni gündeme geliyor.  Bu açıklama; ”camiler ahır yapıldı” diyenlere tarihten gelen bir cevap olsa gerek…

Hele ki İsmet Paşa, bu olayın kurucusu olduğu Cumhuriyet’in kimi yöneticilerince, kendisini din düşmanı gibi göstermeye çalışmakta kullanılacağını bilse; her halde güler ve siyaseten çok kızdığında kullanmış olduğu o kelimeyi söylerdi sanırım: “Maskaralar!”

Vatan topraklarımızda iki sade mezar…

Birinin üzerinde ”Birinci Cihan Harbi’nde Medine’nin Kahraman Müdafi-i Fahreddin Paşa”, diğerinde ise; ”Türkiye Cumhuriyetinin 2’nci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü” ve onun canından aziz bildiği Atatürk’ün o tarihi tespiti yazıyor; ”Siz sadece düşmanı yenmekle kalmadınız. Bu milletin makûs talihini de yendiniz.”

Tarih: Vicdanımıza kazınan olayların hafızası, gerçekler ise zamanın vicdanıdır.

Vatan: Başta aziz şehitlerimiz olmak üzere gazilerimize ve tüm kahramanlarımıza minnettardır.

 

 

Önceki İçerikSivillere Darbe ve Terör Önleme Görevi
Sonraki İçerikTarihimizi Aydınlatan Belgeler
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.