Kurumların Yükselişi ve Çöküşü

135

Devlet kurum denilen taşıyıcı sütunların üstünde durur. Bu
kocaman, fakat doğru sözdeki “kurum” soyut bir kavram olabilir. Eğitim, adalet,
savunma, dış ilişkiler gibi. Bunların vücut bulmuş hâlleri de vardır: Millî
Eğitim Bakanlığı, üniversiteler, mahkemeler, savcılık, ordu, Dışişleri
Bakanlığı gibi.

 

Anlatım için ikincisini seçeyim. Şüphesiz bu somut kurumlar
zayıflarsa, onların amacına hizmet ettiği soyut “kurumlar” da sıkıntıdadır.
Dışişleri Bakanlığı zayıflarsa dış ilişkiler zayıflar gibi…

 

Adalet olmazsa mülk ne olur?

Bizim geleneğimizde ordu ve adalet, en önem verdiğimiz iki
kurum. Duvarlara “Adalet mülkün temelidir” yazmışız. Çok yüksek makamda oturan
biri bir zamanlar bunu, “Mülk işte, ev, arsa, tarla…” diye açıklamıştı gerçi.
Fakat mülk, devlet demektir. Bunun bir başka çekimi olan “melik” de devlet
reisidir; aynı kökten. Türkçede “il” dediğimiz kavramın Arapçasıdır mülk.
“Adalet devletin temelidir” demek ki…

 

Adalet olmazsa, Yusuf Has Hacip’in bin yıl önce Kutadgu
Bilig’de söylediği gibi “Beylik ular”; yani devlet yıkılır. Kitaplarımı
okuyanlardan özür dileyerek kendimden ve Has Hacip’ten intihal eyleyeyim:

 

 

 “Bu il tutguka köp er
at sü kerek

Er at tutguka neng tavar tü kerek

 

“Bu neng alguka bir kerek bay budun

Budun baylıkınga törü tüz kodun

 

“Bularda biri kalsa törti kalur

Bu törti yime kalsa beglik ulur

 

“Günümüz Türkçesi ile şöyle:

 

“İl tutmak için çok asker ve ordu lazımdır.

Askeri beslemek için de çok mal (tavar) ve servete ihtiyaç
vardır.

 

“Bu malı elde etmek için halkın zengin olması gerektir.

Halkın zengin olmasın için de, doğru kanunlar(töre)
konulmalıdır.

 

“Bunlardan biri ihmal edilirse dördü de kalır

Dördü birden ihmal edilirse, beylik çözülmeye yüz tutar.”

 

 

 Ordu, maliye, refah
ve adalet! Bir birine sıkı sıkıya bağlı yapılardır bunlar. Birlikte ayakta
duran kurumlar.

 

Ya ordu olmazsa

Adalet, iç gücü ve zenginliği sağlıyor; ordu da içeriyi dış
düşmanlara karşı koruyor. Bizim ordumuz nasıldı? Varna’yı, Mohaç’ı, Kosova’yı
düşünün. Teşkilatçılığıyla, disiplini ile yenilmez bir ordu! Sonra Doksan Üç
Harbi’ni, Balkan bozgununu düşünün. Lime lime dökülen bir ordu. Rusları aylarca
mıhlayan, ağır zayiat verdiren Plevne’nin yardımına gitmeyen bir komutan.
Düşmandan daha iyi teçhizatlı fakat sıfır eğitimli bir Balkan Harbi ordusu.
Birinciler tıkır tıkır çalışan, sağlam geleneğe dayanan kuruma, ikinciler
geleneğinden kopmuş, yozlaşmış kuruma örnektir.

 

Ordumuz en göz önündeki kurumumuzdu. Ona dayanan örnekler
vermek kolaydır. Dostum Taha Akyol, devletin zirvede olduğu devirlerindeki
mahkemeleri, adaleti ve çöküş devirlerindeki gerçek Karakuşî Kadı hikâyelerini
anlatabilir size. Yükselişin Enderun’undan çöküşün medreselerine, beşik
ulemasına nasıl geçildiğini de bilenlerden dinleyebilir, okuyabilirsiniz.

 

 

 Yükseliş ve çöküşün
mekanizmasını, kendi dar tecrübemle canlandırmaya çalışayım. Bir X kurumunu
alalım. Bu yukarıda saydıklarımdan herhangi biri olabilir. Bir üniversite, bir
adliye, bir yüksek mahkeme, bir askerî birim…

 

Yükseliş

X’in kıdemli mensupları vardır. Orta kıdemdekiler vardır…
Bunlar yıllardır bir arada çalışmış, daha önce gelip geçmiş mensupların
bıraktıkları gelenekle, ahlâk mirası ile beslenmiştir. Neyin nasıl yapılacağı
gerçi talimatlarda, kurallarda yazılıdır ama onlar bunu beyinlerinin ve
kalplerinin derinliklerine yerleştirmiş, içselleştirmiştir. Yalnız kurallar
değil, değerleri de vardır. Yalnız neyin nasıl yapılacağı değil neyin
yapılmayacağı, yapılamayacağı da bellidir. Bu kurumdan yolsuzluk, usulsüzlük çıkmaz.
Çalışanlar takım ruhuyla çalışır. Her biri işini doğru yapar. Fakat daha
önemlisi, takım arkadaşlarının her birinin de doğru yapacağından emindir.
Herkes herkesin ne yapacağını, onlar daha yapmadan bilir. Üstün başarılı bir
futbol takımı gibi. Kurumda takım havası, “biz” havası hâkimdir. Bu hava,
emeklilerde bile devam eder. Beraberlikleri hiç bitmez. Kurumun özellikle
başarılı eski üyeleri, efsane gibi anlatılır. “Falancanın zamanında…” diye
başlayan ve övünülen hikâyeleri vardır.

 

Yeni gelenler, kurum için gerekli zor eğitimin kademelerini
birer birer geçmiş, çalışmış, çabalamış, alanlarında en yüksek başarı
gösterenler arasından dikkatle seçilmiştir. Bir mabede girer gibi kuruma dâhil
olurlar. Taze kan getirirler, fakat geleneği de miras edinirler. Kıdemlilere
saygı vardır; onlardan öğrenmek için bütün alıcıları açıktır. Kıdemlilerde de
onlara şefkat ve yeteneklerine güven vardır. Seçkin gençlerdir bunlar.

 

Daha önceki yazılarımda “Dünyada en tepelerde sayılan
üniversiteleri oraya taşıyan nedir?” diye sormuştum. Cevabı, gelenekti. Gelenek
dediğim şey de yukarıda tarif ettiğim silsile, usta-çırak zinciridir.
Kurumların ahlakıdır; kurumların hafızasıdır.

 

İşte devleti ayakta tutan bu ahlak ve hafızadır. Nesiller
arası saygı ve güvendir. Ve titizlikle yüceltilen bilgi ve yetenektir ki ona
“liyakat” diyoruz. Yani layık olma.

 

Gelecek yazımda il nasıl “ular”, kurumlar nasıl çözülür, onu
anlatacağım. https://millidusunce.com/kurumlarin-yukselisi-ve-cokusu/