Türkiye’de son aylarda birçok evde, işyerinde, insanların bir araya geldiği çeşitli mekânlarda, gazete ve TV’lerde aşağıdaki sohbetlere benzer tartışmalar yapılıyor:
A– “Kürt Açılımı” ile Türkiye şimdiye kadar konuşamadığı konuları konuşmaya başlayabildi. Sadece “açılımı” değil, Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgede federasyon, konfederasyon oluşturulması taleplerini tartışabiliyoruz. Hatta tamamen ayrışmayı, Türkiye’nin bir kısmında ayrı bir devlet kurmalarını tartışmamız faydalı oluyor. Denizlere çıkışı olmayan bağımsız bir devletin yaşama şansı olmadığını idrak etmelerine imkân vermek için ayrışmayı da, Türkiye’deki Kürtlerin K.Irak’a, Türkmenlerin G.Doğu Anadolu’ya göçünü sağlayacak mübadeleyi de tartışmalıyız. Bu tartışmalar bölünme riskini artırmaz, bilakis bir arada yaşamamız için lüzumludur.
B– Madem öyle, Beyefendi ben de sizin ailenizin bir arada yaşama şansını artırmak için yeni bir tartışma başlatmak istiyorum. Mesela eşinizin fahişe olma ihtimalinin O’nun için ne büyük riskler taşıdığını düşünmesini sağlayalım.
Eşinizin arkadaşlarından biri, sizin O’nun güzelliklerini ve yeteneklerini cömertçe sergileme özgürlüğünü ortadan kaldırdığını iddia etmektedir. Eşinize daha özgür bir yaşam vaadi ve kendi kazancıyla, özgür bir birey olarak yaşamanın yararlarını anlatmaktadır. Vaat edilen hayat gerçekleştiği zaman size olan bağımlılığından kurtulacak, istediği erkekle istediği zaman birlikte olacak, kendi güzelliğini ve yeteneklerini teşhir etmenin özgüveniyle, bağımsızlığın tadını yaşayarak mutlu bir hayat sürebileceğini anlatmaktadır.
Bu vaatlere inanan eşiniz bütün ortak değerlerinizi, malınızı, çocuklarınızı bir şekilde paylaşmaya sizi ikna ederek ayrılmak istemektedir. Siz, ayrıldıktan sonra O’nun başına gelebilecekleri, çocuklarınızın yaşayacağı sıkıntıları, O’nun sırtından para kazanmak isteyen kışkırtıcıların asıl gayelerini anlatarak, sizin O’na verdiklerinizin değerini anlaması için muazzam bir fırsat yakalamış olusunuz. Böylece eşiniz size daha bağlı hale gelir.
A– Sizi eşim hakkında böyle konuşmaktan menederim. Eşimin namusuna dair böyle bir yakıştırma bile benim için kabulü mümkün olmayan bir şeydir.
B– Beyefendi, böyle bir tartışma eşinizi size daha bağlayacak diyene inanmazsınız ama “açılım” adına yapılan bu tür tartışmaların bizi birbirimize bağlayacağına nasıl inanırsınız? Eşiniz sizin namusunuz da, vatan hepimizin namusu değil mi?
C– Ben böyle tartışmalarla falan bir arada kalacağımıza inanmıyorum. Zaten G.Doğu bölgemizin Türkiye ekonomisine ne katkısı var ki? Devlet oradan aldığı bir lira yerine üç lira harcıyor. Yine de yaranamadığımız gibi, bu bölgenin kalkınma ihtimali de yok. Mademki istiyorlar, verelim o bölgeyi, kuracaklarsa kursunlar devletlerini, Türkiye’nin diğer bölgelerindeki bütün Kürtleri de gönderelim yeni devletlerine. Görsünler Hanya’yı, Konya’yı. Türkiye daha huzurlu, daha medeni ve kişi başına düşen milli geliri daha yüksek olan bir ülke olarak AB’ye girmeye daha hazır hale gelmiş oluruz.
D– Sevgili dostum, biliyorum ki senin oğlun olan haylaz delikanlının problemleri devam ediyor. Oğlun okumadı, işsiz ve çalışmaya da niyeti ve imkânı da pek yok. Peki, sen bu oğlundan şimdiye kadar ne fayda sağladın, bundan sonra ne ümit ediyorsun. Ona harcadığın parayla bir ev sahibi olabilir, verdiğin emekle nice bol kazançlara sahip olabilirdin. Evladını “gir evin müştemilatında otur” deyip, araya da bir duvar çekmeyi ve “bir daha gözüme gözükme, ne halin varsa gör” demeyi düşündün mü? Evlat, eş, kardeş ve vatan söz konusu olunca menfaat hesabı olur mu? “Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır” sözünü söyleyen Atatürk yalan mı söyledi?
A– Böyle hamaset yaparak bir sonuç almak mümkün değil. Gerçekçi olmak zorundayız. Türkiye bu sorunla onlarca yıldır uğraşıyor ve çözemiyor. Binlerce insanımızın kaybı ve milyarlarca dolarlık mali kaybımıza sebep olan bu meseleyi çözmeyelim mi?
B– Elbette meselelerin çözülmesi iyidir. Ancak sanki bundan önceki devletimizi yönetenlerin hepsi aptal ya da haindi de, şimdiki yöneticiler mi akıllı ve vatansever? Bu hükümet geldi, Rum’lar bizden Kıbrıs’ta toprak ister, Ermeniler Türkiye’den toprak ister, PKK Türkiye’den toprak ister oldu. Dünyanın süper güçlerinin toprak taleplerine (yedi düvele) karşı direnebilen büyük bir ülkeyiz diyoruz. Kıytırık iki devlet ile beş bin kişilik bir terör örgütüne bu cüreti ve cesareti veren yönetimin “çözümü” beni ürpertiyor.
C– “AKP iktidara geldiğinde PKK terörü sıfır noktasına yakındı. Başbakan, İçişleri ve Dışişleri Bakanları görevlerini yapsaydı, terör kalmazdı.” Bugün geldiğimiz nokta ise, “terörle mücadele” değil, “terörle müzakere“dir. Hem de teröre karşı çaresizliğimizi itiraf eden bir zafiyet psikolojisi ile.
A– Terör bugünün meselesi değil, her hükümet kendince mücadele etti. Bundan öncekiler doğru metodu seçse, bölge halkını yanımıza çekecek yöntemler uygulasaydı bu hale gelmezdik. Ayrıca şimdiye kadar çözülmemesinde uluslararası konjonktür müsait olmamış olabilir. Şimdi ABD de çözüm istiyor. Bu fırsatı değerlendirmeliyiz.
D– Zaten sizin “çözüm” dediğiniz şey, ABD planı. Irak’tan çekilen ABD için acil çözüm gerekebilir. Ancak Türkiye bu kadar ağır ve girift bir meseleyi acele çözmeye kalkarsa, “çözüm”ün getirisinden çok götürüsü olabilir. Çözdüğünden daha büyük bir mesele yaratacak çözüm modellerinin tartışmaları içinde olmamız çok yanlış. Bu konjonktürde en güçlü konuma gelen Türkiye’nin ne vereceğine değil, ne alacağına dair kafa yormamız ve çalışmamız lazım.
B– “Çözüm” ancak tüm devlet kurumlarının mutabakatı ile sağlanabilir. Meclis’teki iki büyük muhalefet partisi ile görüşmeden DTP ve “12 kötü adam” denilen tarafı belli yazarlardan akıl almaya kalkarsanız bir “devlet çözümü” gerçekleşebilir mi?
D– Arkadaşlar, mübarek Ramazan ayındayız, bakın Diyarbakır’da iftar saati geldi. Burada iftar saati gelinceye kadar gelin hepimiz dua edelim. Ülkemizin birliği, dirliği, huzur ve refahı için Allah’a yalvaralım.