“Ermeni Açılımı” kapsamında yapılan çalışmaların ilk sonucu olarak Türkiye ile Ermenistan arasında iki protokol imzalandı. Ancak bu protokollerin yürürlüğe girmesi için her iki tarafın Meclislerinin onayı gerekiyor. İmza töreni sırasında yaşanan küçük krizin gösterdiği gibi daha uzun ince bir yol var.
Başbakan Erdoğan, “Azerbaycan Parlamentosunda ifade ettiğim gibi yine söylüyorum; eğer işgal altındaki Azeri topraklarından Ermenistan çekilmediği sürece Türkiye de bu konuda olumlu bir tavır içerisinde olamaz. Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sorunlar çözüm yoluna girerse TBMM’nin protokolleri onaylaması da kolaylaşacaktır. Parlamentomuz bunları onaylamak için Azerbaycan Ermenistan sorununda ne oluyor, ona muhakkak bakacaktır” dediğine göre, yakın bir gelecekte protokollerin uygulanması söz konusu değil.
Kaldı ki bu protokoller imzalanmasa bile Türkiye’nin kaybedebileceği pek bir şey olmayacaktı. Protokollerin gereğinin yapılması halinde ise, Türkiye’nin bu konudaki ABD ve AB baskısından kısmen kurtulmasından başka pek bir kazancı olmayacak. Bu anlaşmalar büyük devletlerin güç dengesi içinde ve onların talepleri kapsamında sonuçlanacak. Ermenistan’ın berbat durumda olan ekonomisine de nefes aldıracak.
Bu bakımdan Türk halkı milli birlik ve bütünlüğünü daha çok ilgilendiren “Kürt Açılımı/ Demokratik Açılım” adı verilen gelişmelerle daha çok ilgileniyor. Milliyetçi, muhafazakâr, dindar çevrelerde bir kafa karışıklığı ve endişenin hâkim olduğu görülüyor. Ortak sohbet imkânı bulunan her yerde, özellikle ev ziyaret ve sohbetlerinde, aşağıdaki sohbete benzer konuşmalara siz de şahit olmuş ve hatta katılmış olabilirsiniz. Bu sohbetlerde bugüne kadar iktidar partisine oy vermiş olanların da, vermeyenlerin de ortak endişeler içinde olduğunu gözlemlemiş olabilirsiniz:
K: Ağabey, siz iktidar partimiz içinde ilimizde önemli görevlerde bulunan bir kişisiniz. Partinin büyükleriyle yakın ilişkileriniz var. “Kürt açılımı” denilen hadise hakkında ne düşünüyorsunuz?
E: Açılım aslında başladı bile. Açılımın esasını, Cenabı Hakk’ın ayetinde belirttiği üzere “innemel mü’mimüne ıhvetün” yani “Müminler ancak kardeştirler” hükmü teşkil etmektedir. Kısacası bölgedeki insanlarımızla İslam kardeşliği çerçevesinde buluşmaktır. Bunu Sayın Başbakanımız basına kapalı toplantılarda dile getiriyor. Bunun için Doğu ve Güneydoğu bölgemizde devletin vatandaşla temas eden yüzü olan valiler, emniyet müdürleri ve müftülerin neredeyse tamamı değiştirildi. Özenle seçilen bu devlet görevlilerinin tesiri ve önemi zannedildiğinden çok fazla olacaktır.
S: Beyefendi, bahsettiğiniz devlet görevlilerinden değiştirdik dediklerinizi de AKP iktidarı tayin etmişti. Devlet görevlilerinin vatandaştan kopuk olmaması, ortak inanç paydalarında buluşması iyi bir şeydir. Ancak açılım denen şey vatandaş/ devlet kaynaşması meselesinden daha çok, terör belasına çare bulma ve PKK’nın tasfiyesini sağlamak için yapılacak işler olmalıdır.
Vatandaş / devlet kaynaşması birinci mesele ise ve görevden alınan vali ve emniyet müdürleri başarısız ise diğer bölgelerimizin ne kusuru var? Bu başarısız bulunan görevliler Türkiye dışına mı gönderildi? Diğer bölgelerimizde vatandaş/ devlet kaynaşmış ise bunu bozmak için mi buraya tayin edildiler?
R: “Kürt Meselesi” denilen şey aslında PKK bölücü terör örgütü ve faaliyetleridir. Bu örgüt müttefikimiz denilen ülkeler dâhil dünyada 50 den fazla ülkede temsilciliği olan, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yoluyla para kazanmasına göz yumulan, silah, cephane ve lojistik destek sağlanan bir terör örgütü. AB ülkelerinde serbestçe faaliyet gösteren bu örgüt, ABD’nin kontrolünde olan Kuzey Irak Kandil bölgesinde yeterli izin ve destek sağlanmasa barınması mümkün olabilir miydi? Bu durum herhalde bölge valilerinin ve diğer devlet görevlilerinin değişmesiyle alakası olmayan gerçekler.
M: Ayrıca İslam kardeşliği modeli Osmanlı Devletinin kuvvetli olduğu dönemlerde başarılı olmuştu. Ancak devlet zayıfladıkça özellikle son döneminde tartışılmış, denenmiş, başarılı olmamış bir modeldir. Osmanlı Devletinin parçası olan topraklarda, sadece Ortadoğu’da kurulan Müslüman devletlerin sayısı 10′ dan fazla. Şu anda Irak’ta olan üç Müslüman topluluğu da (Türkler, Kürtler, Araplar) bir arada tutmak için İslam kardeşliği modeline değil, ABD, Türkiye, İran ve diğer güçlerin dengelerine sarılmıyor muyuz?
Elbette mesele çok boyutludur, mucizevî çözümler yoktur. Ancak esas olan, Türk devletinin güçlü olması, teröre pabuç bırakmaması ve vatandaşlarının tümünü kucaklayıcı demokratik bir yapıya kavuşturulmasıdır. Asla bölgesel ve etnik gruplara yönelik kollektif haklar verilmesi değildir.
O: Ben geçenlerde eski Yugoslavya bölgesini çok iyi tanıyan bir arkadaşla görüştüm. Bana anlattığına göre eskiden Yugoslavya’da Hırvatça denilen bir dil sadece yaşlı Hırvatlar tarafından kullanılıyordu. Dış baskılarla, genç ve orta yaşlı kuşağın konuşmaz olduğu bu dili canlandırmak için yapılan açılımlar sonucu Hırvatça yaygınlaştı. Bir süre sonra anlaşamaz olduğu diğer etnik gruplardan, ayrılık taleplerini gündeme getirdiğinde zaten dili de farklı hale gelmiş olduğundan, fazla güçlük çekmedi. Üstelik Hırvatlar maddi zenginlik açısından iyi durumdaydılar. 4,5 milyon nüfuslu Hırvatistan’ın kişi başına milli geliri 15.000 USD üzerindedir.
Bugün devletimiz TRT şeş adı altında yaptığı yayınla, birbiriyle anlaşamayan, Türkçeyi bilme oranı %95’in üstünde olan Kürtleri, Barzan aşiretinin lehçesinde birleştirmekle böyle sonuca hizmet ediyor endişesindeyim. Ben dört seçimdir AKP’ye oy veren bir insan olarak bu açılımları tehlikeli buluyorum.
H: Benim annem okuma yazma bilmez bir Anadolu kadınıdır. Bildiğiniz gibi kardeşim de Ak Parti’de aktif görev yapıyor. Annem bu Kürt açılımı tartışmaları ortaya çıktıktan sonra Başbakana çok kızgın. “Tayyip bu ayrılıkçı Kürtleri çok şımarttı. Ülkeyi bölecek, O’nu asmak lazım” gibi sert ifadeler kullanıyor.
E: Merak etmeyin. Hiç kötü bir şey olmayacak. Ülke bölünmez. Ben de -Tayyip Bey’i ve Abdullah Gül Bey’i yakından tanımasam- bazen yapılanlara bakıp, bunlar hain diyeceğim geliyor. Ancak onları yakından tanıyorum ve kesinlikle yanlış bir şey yapmazlar diyorum. Buna samimiyetle inanıyorum.
S: Son Osmanlı padişahları da vatanını, milletini seven, dindar insanlardı. Ama dış devletlerin baskısına direnecek cesaret ve basireti gösteremedikleri için Devletin parçalanmasına engel olamadılar. Bizim devlet adamlarının niyetini okumak yerine, icraatının doğru olmasını takip etmemiz gerekir.
Sohbetler bu minval üzere ve bir sonuca varmadan devam eder….