20. yüzyılda batı bütünleşmesinin bir sonucu olarak görülen ve mekânsal olarak uzak yerleşim bölgelerinde meydana gelen yerel oluşumların birbirlerini etkilemeleri ve bunun sonucunda dünya çapında toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması olarak tanımlanan küreselleşmenin tüm olumlu olanaklarına karşı olumsuz yönleri de bulunmaktadır.
Ülkelerin küreselleşmeye ayak uydurması ve tüm bu olumsuzlukları kendi lehine çevirmesi için öncelikle, devletin ekonomideki rolü yeniden ve doğru tanımlanmalı, kendine öz politikalar, kanunlar ve yönetmelikler oluşturulmalı, ekonominin kaynakları yatırımlar ile üretime yönlendirilmeli, istihdam arttırılmalı ve kültürel yozlaşmaya izin verilmemelidir.
Devletin daha önce üstlendiği birçok mali işlevi piyasaya bırakması, daha küçük hacimli bütçelerle piyasayı daha az etkilemeye çalışması, hukuksal ve siyasal değişimlere gitmesi ve kültürel açıdan batıya ayak uydurma çabaları da bunu göstermektedir. Esas olarak devletin küçülmesini ve çoğu işlemlerin piyasaya bırakılmasını öngören küreselleşme, gelişmekte olan ülkelerde ekonomik krizlere de neden olmakta bu da ekonomilerde maliye politikasının para politikası üstündeki önemini artırmaktadır.
Küreselleşmenin en önemli sonucu ise özelleştirmedir. Özellikle son beş yılda yapılan özelleştirmelerden elde edilen gelirlerin 29 milyar doların üzerinde olması, özelleştirmelerin devlet gelirleri içindeki payında önemli bir oranda artış olduğunu göstermektedir. Ancak özelleştirme gelirleri, verimliliği arttırıcı yatırımlarda kullanılmak yerine daha çok kamu sektörü borçlanma gereksinimini azaltmak için kullanılmıştır.
Geniş bir sosyo-ekonomik yansımayı beraberinde getiren özelleştirme programının sonuçları zaman geçtikçe daha net olarak ortaya çıkmaktadır. Özelleştirme, KİT’lerin finansman yükünün büyük ölçüde azaltılmasının yanında işsizlik, sendikasızlaştırma, sosyal güvenlikte zayıflama, ücretlerde düşme, çalışma koşullarının ağırlaşması, özel tekellerin oluşması, kamu mallarının değerinden düşük fiyatlarla elden çıkarılması, sosyal hukuk devleti ilkesinin zayıflaması gibi önemli sonuçlar doğurduğu için uzun vadede tüm ülke yönetiminin geleceği ile yakından ilişkilidir.
Yapılan araştırmalara göre özelleştirme uygulamaları sonucunda ortaya çıkan durum beklenildiği gibi olumlu olduğu söylenemez. Çünkü özelleştirilen kamu kuruluşlarında verimliliğin ve kârlılığın arttığı görülmemiştir. Özelleştirilen kuruluşlarda çok düşük değerlendirmeler ile hazinenin ve kamunun zarara uğratıldığı, istihdamda % 50′ lerin üzerinde daralmalar görüldüğü ve kârlı kuruluşların yok pahasına satılmasıyla devletin vergi kaybına uğratıldığı ortaya çıkmıştır.
Örnek verecek olursak İstanbul Gübre Sanayi A.Ş. diğer adıyla İGSAŞ’ ın özelleştirilmeden önceki sendikalı işçi sayısı 2004 yılında 394 olmasına rağmen özelleştirme sonrasında bu sayı 30′ a düşmüştür.
Türkiye’ nin 500 büyük sanayi kuruluşu listesinin birinci sırasında, dünyanın ise en büyük 500 şirketi sıralaması içinde de 480. sırada yer alan ve Türkiye’nin yıllık vergi ve fon gelirinin % 20′ sini tek başına karşılayan, Türkiye’ deki rafineri kapasitesinin % 88′ ini ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 700 – 800 bin tonluk akaryakıt ihtiyacını karşılayan, 153 bin ton/yıl kapasiteli Türkiye’nin tek lastik hammaddesini üreten Türkiye Petrol ve Rafineri A.Ş. diğer adıyla TÜPRAŞ’ ın yıllık gelirinin 4 katı bir rakam karşılığında özelleştirmesi ve diğer yandan dünyanın en büyük altyapısına sahip telekom operatörlerinden biri olan Türk Telekom’ un stratejik öneme sahip olmasına, güçlü iş profili ve önemli nakit akışı olmasına rağmen 6,55 milyar dolara özelleştirilmesi hususunu anlmak mümkün değildir.
Türk-İş verilerine göre 1989 ile 2006 yılları arasında yapılan özelleştirmeler sonucunda sendikalara üye olupta işten çıkartılan işçilerin sayısı 21.676′ dir. 2009 yılına gelindiğinde ise bu sayının 25.000′ i geçtiği ifade edilmektedir.
Çimento, kâğıt, gübre ve petro kimya sektörlerini inceleyen bir başka araştırmada bu sektörlerdeki özelleştirme uygulamalarının sonucunda; işten çıkarma, yaygın taşeronlaşma ve bölgesel tekellerin oluştuğuna dikkat çekilmiştir. Ayrıca özelleştirme uygulamalarının Petrol Ofisi, İstanbul Gübre Sanayi, Türkiye Petrol Rafineleri Anonim Şirketi ve Türk Telekom gibi sektörünün en etkin işletmelerinde devam ettiği ve özelleştirme sonrasında bu işletmelerin karlarının ve dolayısıyla ödediği vergilerin düşük olduğu görülmektedir.
Özelleştirmelerin olumsuz sonuçlarını azaltmak için özelleştirilecek kamusal tesisler arsa bedeline satılmamalı, tesisin bedeline özdeş hisse senetleri sermaye piyasasına ihraç edilmelidir. Diğer bir ifadeyle tesisin gerçek bedeli hisse senetlerine dönüştürülerek, anonim ortaklıklar haline getirilmeli yeni KİT oluşturulmadan özelleştirmenin maliyeti düşürülmelidir.
Ayrıca özelleştirilecek şirketler için vergi indirimi veya vergi muafiyeti getirilerek bunun karşılığında yıllık istihdam oranında ve yatırım kapasitesinde gerçekleştirilmesi muhtemel artışlar taahhüt altına alınmalı, 6 aylık dönemlerde özelleştirilen işletmelerin bu taahhütleri yerine getirip getirmediği kontrol edilmelidir. Öyle ki şu an yaşanan küresel ekonomik krizden de anlaşılacağı üzere, ekonomik düzenin ne kadar oturmuş olursa olsun ekonomi tüm yönleriyle serbest piyasaya bırakılacak kadar basit değildir ve mutlaka devlet ergümanlarınında devamlı olarak kontrol mekanizmasını çalıştırması ve hatta bizzat ekonominin içinde yer alması, ulus devletinin hâlâ önemli işlevler üstlenmesi ve krizleri önlemede etkin rol oynaması gerekmektedir.
Özelleştirilecek kamusal tesisler arsa bedeline satılmamalı, tesisin bedeline özdeş hisse senetleri sermaye piyasasına ihraç edilmelidir. Diğer bir ifadeyle tesisin gerçek bedeli hisse senetlerine dönüştürülerek, anonim ortaklıklar haline getirilmeli yeni KİT oluşturulmadan, özelleştirmenin maliyeti düşürülmelidir.
Ayrıca vergi indirimi veya vergi muafiyeti getirilerek bunun karşılığında yıllık istihdam oranında ve yatırım kapasitesinde gerçekleştirilmesi muhtemel artışlar taahhüt altına alınmalı, 6 aylık dönemlerde özelleştirilen işletmelerin bu taahhütleri yerine getirip getirmediği kontrol edilmelidir. Öyle ki şu an yaşanan küresel ekonomik krizden de anlaşılacağı üzere, ekonomik düzenin ne kadar oturmuş olursa olsun ekonomi tüm yönleriyle serbest piyasaya bırakılacak kadar basit olmadığı mutlaka devlet ergümanlarınında devamlı olarak kontrol mekanizmasını çalıştırması ve hatta bizzat ekonominin içinde yer alması, ulus devletinin hâlâ önemli işlevler üstlenmesi ve krizleri önlemede etkin rol oynaması gerektiği anlaşılmıştır.
Türkiye’ nin ayrıca küreselleşme sürecini sorunsuz yaşaması ve yeni dünya düzeninde kaybedenlerin arasında olmaması için, milli bir strateji izleyerek üretimi arttırıcı politikalar geliştirmesi ve elinde bulunan mevcut güç potansiyeli olan genç nüfusunu üretime yönlendirmelidir.