Yapımcı ve sunuculuğunu yaptığım Geniş Açı adlı TV programında son bölümün konu başlığı “GÜÇ VE İKTİDAR SAVAŞLARINDA DİN UNSURU” idi. Konuğum Hukukçu, İlahiyatçı, Yazar Tevfik Karabulut kendisini bu konularda inceleme yapmaya sevk eden şeyin Firavun- Haman- Karun- Belam dörtlüsünün ilişkilerine dair Kur’an-ı Kerim’de anlatılanlar olduğunu söyledi.
Bu ayetler zalim iktidarla, iktidarı ayakta tutan güçleri değerlendiriyor. Konu siyaset sosyolojisi ve ilahiyat disiplinlerinin kesişim noktasında durmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de anlatılan kıssalar sadece tarihi süreçte gelip geçmiş kavimlerin hikayeleri değildir. Firavun, Haman, Karun ve Belam; şahıslardan öte, her çağda ve her coğrafyada ortaya çıkabilecek zihniyetlerin ve yönetim biçimlerinin sembolleridir. Her dönemde adları değişse de bu isimlerin temsil ettiği güçler hep var oldu.
****
Firavun, Mutlak Siyasal Gücü/Egoyu, hukuku askıya alan, gücü merkezileştiren iradeyi temsil ediyor.
Haman, Bürokrasi/Yargı/Ordu/Derin Yapıyı yani zulmün teknik ve askeri altyapısını kuran, “emre itaat eden” teknokrat ve güvenlikçi yapı.
Karun, yandaş sermayeyi temsil ediyor. Başlangıçta Hz. Musa’nın kavminden (yani halktan biri) iken, zenginleşince sınıf değiştiren, servetiyle şımaran ve gücün finansörü haline gelen figür.
Belam, İktidara dini meşruiyet sağlayan ulema/dini kurumlar/cemaat ve tarikatları temsil eden bir alim. Dünyalık menfaat karşılığında Firavun’un yanında duran, zulme “fetva” uyduran, “din tüccarı” sınıfın örneğidir.
Bu dörtlüden biri eksikse, Firavun’un iktidarı uzun süre ayakta kalamaz.
****
Bu yazının amacı, kimseyi doğrudan bu sıfatlarla yaftalamak ya da suçlamak değildir. Amacım, vahyin bildirdiği ölçütlerle, bugünün siyaset, ticaret, bürokrasi ve din ilişkilerini değerlendirmek için düşünmeye sevk etmektir. Hatta gerekirse bir özeleştiri yapılmasına vesile olmaktır.
Bir Müslüman için en büyük erdem, “Acaba bende veya desteklediğim yapıda bu özelliklerden bir iz var mı?” diye sormaktır.
Kur’an, gücün denetlenmediği, hukukun askıya alındığı her yerde bir “Firavunlaşma” (tiranlaşma) riski olduğuna işaret eder. Buna rağmen İslam tarihinde Kur’an’ın bu çıplak uyarısına rağmen zalim iktidarlar hep olageldi.
Tarihte “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem, Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu…” diyenler de oldu ama zulmü alkışlayanların çoğu zaman sesi daha çok çıktı.
****************************
Güç ve İktidar Ahlakı Test Eder
1877’de Lord Acton “güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar” demişti. İktidarların elindeki güçleri sınırlama, denetleme ve dengeleme fikri bu görüşten doğdu.
Aslında iktidar, ahlaklı insanları otomatik olarak ahlaksız yapmaz. Ama ahlakı sürekli olarak test eder.
Uzun süre iktidarda kalan yapılarda şu tabloyla sıkça karşılaşırız: Güce erişen bir kesim, zamanla hesap vermez/ hesap sorulamaz hâle gelir.
Hesap vermezlik, dokunulmazlık hissi üretir. Dokunulmazlık, görev ve yetkilerin suistimalini doğurur. Suistimaller, hata ve günahlar “devlet aklı”, “bir bildiği vardır”, “O hatalardan münezzehtir” anlayışı ile önce gerekçelendirilir, sonra normalleşir.
Bu süreçte, rüşvet “hizmetin devamı”, ihale ilişkileri “davanın finansmanı”, lüks hayat “nimetle imtihan”, ahlaki savrulmalar “özel hayat” olarak açıklanır.
Uyuşturucu, cinsel sapkınlık, güç ilişkileri üzerinden kurulan kirli ağlar, hukuka aykırı yargılamalar, kaynağı belirsiz servetler… Bunlar dahi iktidara zarar vermez. Çünkü zamanın Karun, Haman ve Belamları “bizden olanlar yaptı” diye devreye girer.
******************************
Harun Gibi Başlayıp Karun’a Dönüşenler
Harun figürü önemlidir. Harun başlangıçta kötü değildir. Ama dirençsizdir, dönüştürülebilir.
Siyasette yola “Müslüman demokrat” kimliğiyle çıkıp, zamanla güç zehirlenmesi yaşayanlara dair hepimizin aklına geliveren isimler vardır. Mesela Numan Kurtulmuş, HAS Parti döneminde “Harun gibi geldiler, Karun oldular. Biz onlar gibi Firavunlaşmayacağız” diyerek çok hayati bir tehlikeye parmak basmıştı.
Fakat “söylemi ile eylemi” arasındaki uçurum düşündürücü ve ibret vericidir.
Bu söz ve bu eylem, bugün kendisi de dahil olmak üzere, tüm yöneticiler için bir “vicdan terazisi” olmalıdır.
Karunlaşma her zaman büyük servetle olmaz. Bazen makamla, bazen statüyle, çoğu zaman da tehlikelere karşı korunmakla olur.
O gün bu tespiti yapan kişinin, bugün o eleştirdiği yapının tam merkezinde yer alması Karunlaşmayı kabul etmesi değil midir?
****
Beni ilgilendiren kişiler değil, “Harunlar neden Karunlaşır?” sorusuna cevap arıyorum.
“Dava” için yola çıkanlar, “devletin imkanlarını” şahsi ikballerine basamak yapmaya başladığında tehlike baş gösteriyor. Harun gibi gelenler, bir süre sonra, Karun’un veya Firavun’un sofrasında otururken görünmeye başlıyorlar.
Gücün ahlakı dönüştürme potansiyeli yüksektir; asıl marifet, makam yükseldikçe adaleti yani Harun kalabilmeyi muhafaza etmektir.
******************************
Halkın Hiç mi Kusuru Yok?
Firavun’un zulmettiği halkın Allah’ın elçisi Hz. Musa’ya söyledikleri söz çok ürperticidir: “Sen haklısın ey Musa! Ama bizim karnımızı Firavun doyuruyor.”
Böyle söylemelerinin muhtemel sebebi şu: Köle de olsalar insanlar kurulu düzenlerinin bozulmasını istemezler. Musa’nın vaadi belirsizdir ve insanları ürkütmüştür. Neticede eldeki kadarından da olmak vardır. Aç olarak özgür olmaktansa yarı tok olarak köle kalmayı tercih etmiş olabilirler.
Ama bu yolla zulmün sonu getirilebilir mi?
Bu anlayış zulme ve kötü yönetime rıza üreten geniş bir toplumsal zemin oluşturur.
“Rızkı veren Allah’tır.” Ama rızkı iktidarın verdiğine inanan bir toplum hak talep edemez. Haksızlığı görür ama ses çıkarmaz. Ahlaki çürümeyi fark eder ama “bize dokunmuyor” diye umursamaz. Ve farkında olmadan Firavun düzeninin en sağlam dayanağı hâline gelir.
“Nasılsanız öyle yönetilirsiniz.”
Görüldüğü gibi Kur’an iktidar sahiplerinin “Firavunlaşma” tehlikesine karşı ders çıkarılması, halkın da rızık endişesiyle haksızlığa boyun eğmemesi için uyarıyor.
Bize düşen Kur’an’ın mesajını hatırlatmak, Hz. Musa’nın duruşunu, Hz. Peygamber’in “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” uyarısını bugüne taşımaktır.


