Kur’an Hikmetinin İstekleri

106

Kur’an hikmeti; insanın kendini bir abd / kul olarak
görmesini,

     İnsanın Allah’tan
başkasına  -en büyük mahlûk / yaratık da olsa-
ibadet / kulluk etmemesini,

     İnsanın, Cennet
gibi muhteşem; gözler görmemiş, kulaklar duymamış,

     En büyük bir
mükâfatı / ödülü bile ibadetine sebep ve vesîle yapmamasını,

     Müslümanın,
mütevazi / alçak gönüllü ve halîm / yumuşak huylu, hoş davranışlı biri
olmasını,

     Kur’an hikmeti,
insanın amel / fiil ve işlerini sırf Allah rızası ve fazilet için ifa etmesini,

     Yalnız bunlar için
yerine getirmesini,

     Kulun seyyidine /
efendisine yani Allah’a dayanmasını;

     Ancak bu şekilde
kavi / kuvvetli olabileceğini,

     Dayanak noktası
olarak kuvvete bedel “Hakk”ı kabul etmesini,

     Çünkü hak;
kuvvette değil, kuvvet haktadır.

     Kuvvetli olan
haklı değil, haklı olan kuvvetlidir.

     Gayede menfaat /
çıkar’a bedel fazilet ve İlâhî rızayı elde etmesini,

     Hayatta cidal /
niza, cenk ve kavga düstûru / ilkesi yerine,

     Teavün /
yardımlaşma düstur / prensip ve ilkesini esas tutmasını,

     Kur’an hikmeti,
kulun nefsanî heveslerinin, ona buna tasallutuna /

     Musallat olmasına
/ sataşmasına sed çekmesini,

     Rûhunu maaliyata /
yüksek, derin fikir ve bilgilere teşvik etmesini /

     Bu hususlarda
göstermesini,

     Ulvî / yüce his ve
duygularını tatmin etmeyi istemesini,

     Kendisini insanî
kemâlâta / olgunluğa sevk etmesini / yöneltmesini;

     İnsanlığını ancak
bu şekilde kazanabileceğini,

     Hakkın şe’ni /
isteği “İttifak” / “Bir ve Beraberlik” olduğu,

     Fazîlet / değer ve
meziyetin şe’ni / gereği; “tesanüd” / “Dayanışma” olduğu,

     Teavün /
yardımlaşmak prensip ve ilkesinin şe’ni / gereğinin

     “Birbirinin imdad
ve yardımına koşmak” olduğu,

     Nefsi gemlemek ve
bağlamakla; rûhu kemalâta / yükselişe kamçılamakla serbest bırakmanın;

     İnsanı “Saadet-i
Dâreyn” / “Dünya ve Ahiret Saadeti”ne ulaştıracağı,

     Mevcudat /
varlığın hakikat, işleyiş ve tabiat olayları dediğimiz;

     Oluş ve
hareketlerinden bahseden ve bunları konu edinen Hikmetü’l-Eşya /

     Fizik, Kimya,
Botanik gibi ilimlerin; aslında Allahın Hakîm /

     İş ve Emirleri
gayeli olan Zât’ın isminin;

     En büyük
tecellileri / İlâhî lûtfun görüntü ve yansımaları olduğu,

     Bu tecellilerin
müdebbirane / tedbirlice, geleceği de dikkate alarak ve mürebbiyane /

     Terbiye edici,
yetiştirici olarak varlıklarda kendini gösterdiğini,  

     Bunlardaki menfaat
ve maslahatları / faydaları görmekle ancak

     Hakîm ismine nüfuz
edilebileceği,

     Çünkü Hakîm ismini
anlamakla, hikmetin hikmet olduğunun farkına varılacağı,

     Müsebbebata / bir
sebep ve nedenle meydana çıkanlara takılan

     Netice, gaye ve
faydalar; bilbedahe / besbelli ki esbab / sebepler perdesi arkasında,

     Kerîm olan bir
Rabb, rahîm olan Hakîm bir Zât’ın işleri olduğunun anlaşılmasını,

     Zira şuursuz ve
bilinçsiz sebepler, elbette bir gayeyi düşünüp taşınamaz.

     Oysa meydana gelen
her mahlûk / yaratık, bir gaye değil;

     Belki değil
muhakkak ki, sayısız gaye, fayda ve hikmetleri takip ederek vücuda geliyor.

     Demek ki, Hakîm ve
Kerîm olan bir Rabb; o şeyleri yapıp gönderiyor.

     O faydaları; var
edilişlerinin gayesi yapıyor.

     İşte Kur’an
hikmeti; böyle sayısız hikmetleri açık veya kapalı olarak

     Basar / maddî
gözümüze ve basîret / manevî kalb gözümüzün önüne sermiş bulunuyor.

     Çünkü İlâhî
iradeden doğan ekmel / çok mükemmel bir nizam / düzen var.

     Hilkat /
yaratılışta tam bir hikmet / gaye ve maksat hükümferma / hüküm sürmekte.

     Âlem’de abes /
faydasızlık ve lüzumsuzluk yok. Fıtrat / yaratılışta israf yok.

     Bu şahidleri
tezkiye eden / doğrulayan, istikra-i tam / tam bir bilgidir ki;

     Her fen, mevzuu /
konusu bulunduğu nev’in / türün nizamına âdil bir şahid ve tanık.

     Çünkü her bir fen
nurlu bir bürhan / delil olup, mevcudatın silsilelerinde;

     Salkımlar gibi
asılıp sallanan maslahat / faydalılık semerelerini / sonuçlarını

     Ve ahvalin /
hâllerin değişmesinde gizli olan fayda ve yararları göstermekle;

     Saniin /
Sanatkârane Yaratıcı olan Allah’ın kasd, irade ve hikmetini ilân ediyor.  

Önceki İçerikDünya Zeytin Borsası Kilis’te Olabilir mi?
Sonraki İçerikHalkımız ne Kadar Dürüst?
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.