Kültürler, milletlerin benliklerinden ve ruhlarından süzülmüş maddi ve manevi değerlerdir, veya genel anlamda bir toplumu var eden değerler bütünü ve mensubu oldukları milletlere şahsiyet kazandıran değerlerdir. Kültür bir topluma ait değerleri bünyesinde toplayan bir sosyal dayanışma aracıdır.
Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Kültür ve Milli Kültür konulu tebliğinde şöyle diyor: “ Kütleler milletleştikçe, kültürleri de milli mahiyet kazanmakta, ortak kültür unsurları teşekkül etmektedir.”, Prof. Dr. Mustafa E. Erkal da kültüre şu şekilde yaklaşıyor: “ Kültür konusu, sosyolojinin temel başlıklarından birisidir. Kültür, bilgiyi, sanatı, ahlakı, hukuku, örf ve adetleri kapsadığı gibi, insanın cemiyetin bir üyesi olması dolayısıyla kazandığı diğer bütün kabiliyet ve alışkanlıkları da içine alan bir bütündür.”, Prof. Dr. Erol Güngör’e göre ise: “ Sosyal bilimlerde kültür denince bir topluluğun kendi hayati problemlerini çözmek üzere denediği ve uzun yıllar içinde standart hale getirdiği usuller ve vasıtalar anlaşılır. Şu halde bir topluluğun ihtiyaçlarını karşılamak üzere benimsemiş bulunduğu hayat tarzı bütün maddi ve manevi unsurlarıyla birlikte onun kültürünü teşkil etmektedir.”, Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’da kültüre şöyle bakıyor: “ Dil gönlü yüzdüren gemidir, toplumun da gönlü var; toplumun gönlünün adı kültürdür.”
Öte yandan kültürlerin çevre ile teması neticesinde serbest ve zorunlu ( mecburi ) kültür değişmeleri olabileceği unutulmamalıdır. Prof. Dr. Mümtaz Turhan zorunlu kültür değişmelerini şu şekilde izah ediyor: “ Aynı kültürlere sahip iki sosyal grup veya toplumlardan biri kendi kültürünü veya belirli bazı unsurlarını kabul etmesi için diğerini baskı altına alır veya idari bir güç ve yetkiye sahip bir grubun yabancı bir kültürü veya bunun belli bazı unsurlarını çoğunluğun arzusuna rağmen kendi toplumuna zorla kabul ettirmeye çalışırsa neticede meydana gelen değişmelere denir.” Meseleye Türkiye açısından bakacak olursak; çevreye karşı Türk Milli Kültürünü korumak ve yaşatmak, gerçek Türk Aydınlarının, devletin ve diğer kurumların en büyük görevleri olmalıdır. Neyin nerede ve nasıl alınacağı, Türk Milletinin kendi milli değerlerine ve bünyesine uyup uymayacağını uzman kişilerden oluşan bir komisyon tarafından en iyi şekilde değerlendirilerek karar verilmesi gerekir.
Türkiye, yaşamış olduğu kendi milli değerlerini, başka kültür ve medeniyetlerin etkisi altında kalarak anane ve inançlarını, gelenek ve göreneklerini, dilini ve örfünü kaybetmeyle, yani kültürel yozlaşmayla karşı karşıyadır. Türk Milleti, tarihi misyonu itibarıyla, bu yozlaşmanın etkisi altında kalmamalı ve çareler mutlaka bulunmalıdır.
Geçmişe dönecek olursak; 1. Dünya Harbi öncesine kadar en büyük, en güçlü ve en uzun ömürlü devleti olan Osmanlı İmparatorluğu zamanında Türk milli kültürü, kendi milli kaynakları yanında, eski Anadolu ve Ön Asya medeniyetlerinin zenginliklerinden faydalanmış ve daha zengin bir hale gelmiştir. Ancak, son dönem Osmanlı Devleti’nin yöneticisi ve aydınları bu zenginlikleri koruyamamış ve devletin gerileme ve çöküş dönemlerinde, Batılı devletlerin maddi kültür unsurları karşısında ne yapaklarını şaşırmışlar ve bir boşluğun içine düşmüşlerdir. Bu durum, Lale Devri’yle birlikte başlamış, iki asır boyunca devam etmiştir. Bu zihniyet; geri kalmışlığın sebebini, Türk Milleti’nin kimliğini oluşturan, ona yaşama gücü veren, onu diğer toplumlardan farklı kılan Türk Kültürü’ne bağlayarak, ülkeyi mecburi kültür değişmesiyle karşı karşıya bırakmıştır. Bu darboğazdan, Batı Kültürü’ne dönülerek kurtulmanın mümkün olacağına inanmışlar. Oysa, hepimizin bildiği gibi, kendi kültür varlıklarına yabancılaşan, onu dışlayan ve hor gören toplumların akıbeti milletler mezarlığı olmuştur.
Mecburi veya zorunlu kültür değişmesiyle Türkiye’ye sokulmuş olan şey, kelimenin tam anlamıyla maddi ve manevi sahalarda Batı’nın hastalıklı yönleri olmuştur. Dolayısıyla, Türk Milleti’nin bünyesine yabancılaşma ve yozlaşma ( kültürel yozlaşma) gömleği giydirilmiştir. Böylece, Batılılaşma çabaları, birçok yönüyle toplumun gelişmesini engellemiştir.
Bugüne bakacak olursak; bu mecburi kültür değişmesinin, Türk dili üzerinde bir takım oyunların oynanmasına, din ve inançlara yapılan saldırıların sürdürülmesine, Türk tarihine ve tarihi şahsiyetlere başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere saldırıların sürdürülmesine, Türk folklorunun ve milli oyunların dejenere edilmesine,Türk musikisine hoş olmayan tavırların sergilenmesine v.b. olaylara sebep olduğu hafızalardan silinmemelidir. Bunlar, Türk Milleti’nin var olma gücünü zayıflatmış ve ülkenin bugünkü manzarası ortaya çıkmıştır. Bu durum karşısında, artık Türk Devleti milli bir endişe hissederek, yeni kararlar almak zorundadır. İki asra varan tecrübe tam bir fiyasko ile neticelendiğine göre; ilmin ve teknolojinin ulaştığı bugünkü neticeler milletlerin nasıl kalkınacağını gösterdiğine göre; toplumların yaşaması, var olması, düşünmesi ve şekillenmesindeki en büyük itici güç kültür olduğuna göre; bu durumda artık düşünülecek bir şey kalmamıştır. Buradan hareketle, Türk Milleti’nin de bu girdaptan kurtulması için başvuracağı çare; kendi özüne dönmesi, maddi ve manevi kültürünü koruması ve aynı zamanda geliştirmesi olmalıdır. Bu aşamada, toplum dinamiklerinin oluşturulmasında, sentez kabiliyeti olan, vatansever ve inisiyatif gücü yüksek Türk aydınlarına ve Devletin itici gücüne büyük görevler düşmektedir.
Bu kısa açıklamaların ışığında, bu yapıyı oluşturmak için nasıl bir metot ve yol izlenmeli hususunda bazı görüş ve tespitler aşağıda sıralanmıştır:
-Milli kültür politikasının temelini Türk Milleti’ne mensup olma şuuru oluşturmalı ve yeni nesillere bu şuur aşılanmalı.
-Millet gerçeğini fertlerin ve sosyal grupların üzerinde görmek ve toplumun bu yönde eğitilmesini sağlamak.
-Türk Tarihi’ne bir bütün olarak bakılmalı ve milli tarih konusunda hassas olunmalı, Türk tarih şuuru yeni nesillere öğretilmeli.
-Vatan ve bayrak sevgisi her şeyin üzerinde tutulmalı.
-Her şeyden önce Türkçeye saygı gösterilmeli, yer, firma vb. adların mutlaka Türkçe olmasına özen gösterilmeli.
-Türk Milleti’nin kültür varlıkları Dünya’ya iyi tanıtılmalı.
-Türk aile yapısı mutlaka korunmalı.
-İslam Dini’ni yozlaştırmaya yönelik faaliyetler mutlaka önlenmeli.
-Yabancı dille eğitim ve öğretim sisteminden süratle uzaklaşılmalı; yabancı dil öğrenmeyle yabancı dille eğitim ve öğretim birbirlerine karıştırılmamalı. Yabancı dille eğitim ve öğretim yerine; yabancı dil öğrenimine önem verilmeli.
-Türk Arşivleri muazzam belge, bilgi ve kaynaklarla doludur. Türk Kültürü’nü korumak ve kültürel yabancılaşmayı önlemek için bu zengin arşivlerden muhakkak yararlanılmalı.
-Dilde ve edebiyatta yabancılaşma ve yozlaşmanın önlenmesi için başta Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıkları ile TRT ortak programlar geliştirmeli.
-Milli musiki mutlaka koruma altına alınmalı ve yabancı musikilerin etkisinden kurtarılmalı.
-Türk Halk Oyunları’nın unutulmaması için gerekli çalışmalar yapılmalı.
-Türk Milli Kültürü’nün korunmasında sivil toplum kuruluşlarının önemi büyüktür. Bu amaçla faaliyet gösteren bu kuruluşlara, devlet ve özel sektör tarafından gerekli maddi destek sağlanmalı
Sonucu Mustafa Kemal Atatürk’ün çok önemli ve anlamlı iki sözü ile bağlayalım: “ Bu millete gideceği yolu gösterirken Dünya’nın her türlü ilminden, keşfiyatından, terakkiyatından istifade edelim, lâkin unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz.”, “ Biz doğrudan doğruya milliyetperver ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun efradı ne kadar Türk kültürü ile meşbu ( dolu ) olursa o topluluğa dayanan Cumhuriyet de kuvvetli olur.”